Baştacı ettiğimiz üçleme Yüzüklerin Efendisi'nin ana karakterlerinden Gollum'u Gollum yapan repliktir. Türkçe'ye her çeviride olduğu gibi çok düşünülüp "Kıymetlimiss" diye çevrilmiştir. Aynı repliği Bilbo da yüzüğü Gandalf'a vermeyi reddederken kullanmış, yüzüğün gücünün etkisi altına girmiştir.
27 Aralık 2011 Salı
26 Aralık 2011 Pazartesi
“South Park: Bigger, Longer and Uncut”
Ağustos 1997’den bu yana hayatımızda olan uzun soluklu televizyon dizisi “South Park”, hasta ruhlu bir animasyon olarak hafızalara çoktan kazındı. On altı sezondur yayınlanan ve (şimdilik) dört sezon daha süreceği kesinleşen bu psikopat çizgi dizi, aynı zamanda yayınlandığı kanal Comedy Central’ın en beğenilen ve en uzun soluklu programı. Programın yapımcı, senarist ve yönetmenleri Trey Parker ve Matt Stone zaten “South Park”tan önce de deyim yerindeyse psikopatça işler yaptıkları için takipçileri “South Park”ı görünce büyük bir sürprizle karşılaşmamıştı, pek tabii. Ama ilk görüşte şirin bir animasyonmuş gibi algılanan bir dizinin zaten gece geç saatte yayınlanması ve bilumum kan, şiddet ve açık saçık espriler içermesi birçok insan için yeterince şok edici olmuştu muhtemelen.
Mr. Garrison: What is 5 times 2? Now come on, children, don’t be shy, just give it your best shot. Yes, Clyde?
Clyde: 12?
Mr. Garrison: Okay, now let’s try to get an answer from someone who's not a complete retard.
21 Aralık 2011 Çarşamba
Dexter: “Today’s the Day”
“I am a father, a son, a serial killer…”
Not: Bu eleştiri yazısı, “Dexter”ın gidişatı hakkında önemli birtakım bilgiler içermektedir. İzlemeyenlerin okumaması önerilir.
Evet, en sevilen seri katil “Dexter”ın altıncı sezonu geçtiğimiz gün yayınlanan final bölümüyle son buldu. Son bölüm “This is the Way the World Ends”in en ilginç tarafı, belki de tıpkı dördüncü sezonun son bölümü “The Getaway” gibi sağ gösterip sol vurmasıydı. Yani biz her şeyi açıklığa kavuşturan bir sezon finali izleyeceğimizi beklerken son sahneyle ters köşe yapıp ağzımızı açık bırakan bir final izledik bu bölümde.
Not: Bu eleştiri yazısı, “Dexter”ın gidişatı hakkında önemli birtakım bilgiler içermektedir. İzlemeyenlerin okumaması önerilir.
Evet, en sevilen seri katil “Dexter”ın altıncı sezonu geçtiğimiz gün yayınlanan final bölümüyle son buldu. Son bölüm “This is the Way the World Ends”in en ilginç tarafı, belki de tıpkı dördüncü sezonun son bölümü “The Getaway” gibi sağ gösterip sol vurmasıydı. Yani biz her şeyi açıklığa kavuşturan bir sezon finali izleyeceğimizi beklerken son sahneyle ters köşe yapıp ağzımızı açık bırakan bir final izledik bu bölümde.
18 Aralık 2011 Pazar
Efsane Replikler–2 "O Captain, My Captain!"
Ölü Ozanlar Derneği'nde sona doğru yaklaşılırken, Mr. Keating okuldan ayrılmak durumunda kalınca, öğrencilerin teker teker sıraların üzerine çıkıp, Mr. Keating'in normalde kendisine seslenilmesini istediği şekilde "O Captain! My Captain!" diyerek veda ettikleri sahneyle akıllara kazınan repliktir.
17 Aralık 2011 Cumartesi
Efsane Replikler – 1 “This is Sparta!”
Frank Miller’ın aynı adlı çizgi romanından uyarlanan “300”, çizgi roman estetiğini beyaz perdeye en başarılı biçimde aktaran yönetmenlerden birinin, Zack Snyder’ın imzasını taşıyordu. Gişede de yapımcılarının yüzünü güldüren ve genel olarak çok da kötü eleştiriler almayan filmde aslında bayağı etkileyici replik vardı olmasına, fakat en etkileyici (Ve filmden sonra en çok konuşulan) sahne, bahsi geçen replikle hatırlanan sahneydi.
14 Aralık 2011 Çarşamba
Şeytan'ın Fısıldadıkları
"Aforizma edebiyatın salçasıdır, sadece aforizma yersen kusarsın. Al bunları çal dünyanın üzerine-işte şimdi afiyetler yiyebilirim."
Montaigne, Denemeler'inde her şey üzerine birkaç söz söylemiştir ama erdemden, dürüstlükten, onurdan yola çıkmıştır. Emre Yılmaz ise Şeytan ile konuşmalarında aylaklıktan, yalandan, şehvetten, amaçsızlıktan yola çıkmış, okuyanı da her seferinde "Adam haklı" dedirterek zaman zaman yoldan çıkartmıştır.
Aforizmalarını Şeytan'la diyaloglar halinde bize sunan Emre Yılmaz, 1960 doğumlu, Robert Lisesi mezunu, İtalya ve Amerika'da okuduktan sonra 1996 yılında ilk kitabı "Genç Bir İşadamına"yı yayımlamıştır.
Montaigne, Denemeler'inde her şey üzerine birkaç söz söylemiştir ama erdemden, dürüstlükten, onurdan yola çıkmıştır. Emre Yılmaz ise Şeytan ile konuşmalarında aylaklıktan, yalandan, şehvetten, amaçsızlıktan yola çıkmış, okuyanı da her seferinde "Adam haklı" dedirterek zaman zaman yoldan çıkartmıştır.
Aforizmalarını Şeytan'la diyaloglar halinde bize sunan Emre Yılmaz, 1960 doğumlu, Robert Lisesi mezunu, İtalya ve Amerika'da okuduktan sonra 1996 yılında ilk kitabı "Genç Bir İşadamına"yı yayımlamıştır.
11 Aralık 2011 Pazar
“The Faculty”
Robert Rodriguez’in filmografisine baktığımızda, kendisinin epey garip bir yönetmenlik anlayışının olduğunu görüyoruz: Son derece iyi çizgi roman uyarlamalarından (“Sin City”), 60’lı ve 70’li yılların sinemasına saygı duruşunda bulunan ‘retro’ filmlere (“Planet Terror” ve “Machete”); Kendisini üne kavuşturup genel anlamda beğenilen El Mariachi üçlemesinden (“El Mariachi”, “Desperado”, “Once Upon a Time in Mexico”), artık suyu çıkan ve beğenilmeyen, fakat kendisinin çekmekte nedense ısrarcı olduğu “Spy Kids” serisine kadar birçok değişik tarzda ve türde film var bu filmografide. Yine de eleştirilere kulak asmayıp ne çekmek istiyorsa onu çeken Rodriguez, “Desperado” ile yakaladığı büyük çıkışın ardından çektiği “From Dusk Till Dawn” ile (Ki filmin senaryosunu yazan kadim dostu Quentin Tarantino, aynı zamanda filmde rol alarak yönetmene eşlik etmişti) sabun köpüğü B filmlerine olan hayranlığını fark etmemizi sağlamıştı. Yönetmen, “From Dusk Till Dawn”dan iki yıl sonra, 1998’de ise “The Faculty” ile karşımıza çıktı.
29 Kasım 2011 Salı
“Storytime”
Finlandiya’nın medarı iftiharı Nightwish, bir hafta sonra üzerinde uzun zamandır çalıştıkları son albümleri “Imaginaerum”u piyasaya sürecek. 2007’de yayınladıkları ve çok beğenilen/çok satan “Dark Passion Play”in ardından 2009’da yayınladıkları “Made in Hong Kong (And in Various Other Places)” adlı DVD’den bu yana yeni albümleriyle uğraşan grup, internet üzerinden epeydir albüm kayıtlarıyla ilgili bilgileri hayranlarına iletmekteydi zaten. Konsept albüm olduğu açıklanan “Imaginaerum”dan çıkan ilk tekli ise “Storytime”. Tuomas Holopainen’e göre albümün geneli hakkında çok iyi bir fikir edinmemizi sağlayacak kadar etkili, hatta bir önceki albümün ilk teklileri “Eva” ve “Amaranth”ten çok daha iyi olmuş “Storytime”. Yani grubun beyni ve klavyecisi şarkıya bayağı güveniyor. Fakat işin aslı şarkı, kalite bakımından bırakın “Eva” ve “Amaranth”i, “Dark Passion Play”deki hiçbir şarkının yanına yaklaşamıyor.
28 Kasım 2011 Pazartesi
Fa Yeung Nin Wa
“It’s a restless moment. She has kept her head lowered to give him a chance to come closer. But he could not, for lack of courage, she turns and walks away…”
Yönetmenliğini ve senaristliğini Kar-wai Wong’in yaptığı bu mükemmel film, başroldeki Maggie Cheung ve Tony Leung’un takdire şayan oyunculuklarıyla adeta kusursuz oluyor. Görüntü yönetmeni Christopher Doyle’ın da hakkını vermek lazım: Birçok sahne gözüme fotoğraf gibi gözüktü, etkileyiciydi; geriye ne kalıyor? Oyunculuk dedik senaryo dedik; müzik? Filmin müzikleri çok iyi seçilmiş bence: Her sahnenin atmosferine uyacak şekilde çalınan şarkılar, gördüklerimizi güzelleştiriyor. Film boyunca sık sık çalan müzik ise Yumeji’s Theme; burdan buyrun:
15 Kasım 2011 Salı
"The Ghost Writer"
‘Read Between the Lies’
Filmin ilk sahnesinde bir feribot görüyoruz. Kıyıya yaklaşan feribottan gri bir cip hariç bütün araçlar iniyor. Sahibi gelmeyen cip, çekilmek zorunda kalıyor. Sahibi gelmiyor, evet, çünkü – görünüşe göre – yolculuk sırasında feribottan düşmüş ve boğulmuş. Zaten bir sonraki kısa sahnede de adamın kıyıya vuruşunu izliyoruz. Daha ilk dakikadan “Ne oluyor yahu?” diyerek işkillenmemize neden olan bu iki sahne, film boyunca ağır tempoya rağmen diken üstünde hissetmemiz için başlıca sebep oluveriyor.
14 Kasım 2011 Pazartesi
Snow White and the Huntsman vs. Mirror, Mirror
“Mirror, mirror on the wall,
Who is fairest of them all?"
2012 Pamuk Prenses uyarlamaları bakımından pek bi zengin geçeceğe benzer; zira hem The Fall ile hayranlığımızı kazanmış Tarsem Singh’in ismini kesinleştirdiği “Mirror, Mirror” (16 Mart) hem de ilk uzun metrajını çeken Rupert Sanders’ın “Snow White and the Huntsman” (1 Haziran) filmleri aynı hikayeyi temel alıyor.
13 Kasım 2011 Pazar
Fajita(s)
Madem yiyecek-içecek eleştirisine başladık, ikimizin de pek sevdiği bu Meksika yemeğini de yazmamak olmaz diye düşündüm.
Dürümsever toplumumuzun damak tadına da hitap eden bu leziz yemek, dana ve/ya tavuk etinin yanında sotelenmiş kırmızı-yeşil biberler ve tortilla (lavaşımsı) ile dökme demir bir kapta ikram ediliyor. Tabii bir de jalapeno biberleri (acı mı acı biber turşuları şeklinde) ve yediğiniz yere göre değişen soslarla: ekşi krema, guacamole (hammaddesi avokado imiş) sosu, salsa dip sos…
12 Kasım 2011 Cumartesi
"Mein Land"
Pek sevdiğimiz Alman grup Rammstein, yine çok bekletmeden geri döndü. Son şaheserleri “Liebe Ist Für Alle Da” Ocak 2010’da piyasaya sürülmüştü. Ardından grup dünya turuna çıkmış, sağ olsun bu kez Türkiye’ye de uğramış ve harikulade performansıyla ağzımızı açık bırakmıştı. “Liebe Ist Für Alle Da”dan çıkan ilk tekli/video olan “Pussy” ile muzipliklerini bir kez daha gösteren efsane grup (Klip Rammstein hayranlarının, hatta daha fazlasının bildiği üzere grup üyelerinin farklı kadınlarla seks yaptığı bir porno filmdi resmen), şimdi de “Made in Germany, 1995 – 2011” adlı bir “Best of” albümü yayınlamaya hazırlanıyor. 6 Aralık 2011 Salı günü piyasaya çıkacak olan bu albüm, üç farklı sürüme sahip (“The Standard Edition”, “Special Edition” ve “Super Deluxe Edition”) ve grubun daha önceki albümlerden seçilmiş on beş şarkısının yanı sıra iki yeni şarkıyı da içerecek. Bu şarkılardan biri hüzünlü ve ağır bir şarkı olan “Vergiss Uns Nicht”, diğeri de klibi 11.11.11’de izleyicinin/dinleyicinin beğenisine sunulan “Mein Land”. Klibiyle aynı tarihte, 11 Kasım 2011’de Almanya, Avusturya ve İsviçre’de tekli olarak piyasaya sürülen “Mein Land”, 14 Kasım 2011 itibarı ile tüm dünyada piyasada olacak.
8 Kasım 2011 Salı
Pepsi İstanbul
“Eleştiri Başlasın!” isimli ilk yazımızda, Şule ile her şeyi eleştireceğimizi söylemiştik: “Sinema, televizyon dünyası, müzik, yiyecek, içecek ve şu anda aklımıza gelmeyen daha nicesi...” Neden sonra baktık ki blogumuz biz kendimizi durduramadan çoğunlukla film ve dizilerle ilgili yazılar yazdığımız bir blog haline gelmiş. O yüzden – hazır farkındayken – her şeyi eleştirmeye devam etmek galiba en iyisi olacak.
Coca-Cola ile birlikte dünyanın en önde gelen kola markası Pepsi’nin piyasaya yeni ve farklı tatlar sunma merakının pekala farkındayız. Seveni kadar sevmeyeni de bol olan Pepsi Blue (sınırlı sayıdaydı), Pepsi Gold, sıfır şeker sloganı altında sunulan Pepsi Max, epey beğenilen ve gerçekten güzel bir tada sahip limon aromalı Pepsi Twist gibi ürünlerden sonra, Türkiye’de çıkan son ürün Pepsi İstanbul oldu.
2 Kasım 2011 Çarşamba
Night of the Living Dead
Cadılar Bayramı vesilesiyle kimi sitelerin hazırladığı en iyi korku-gerilim filmi sıralamalarından bir film seçelim dedik ve geç kalmış da olsak "Night of the Living Dead" izlemeye karar verdik.
Türkçe'ye "Yaşayan Ölülerin Gecesi" diye çevrilen kült film, 1968'de genç reklamcı George Romero tarafından çekilmiş , başlarda tüm yapımcılardan red alan film, elden ele dolaşırken efsane olmuş ve yapımcılar çekmek için sıraya girmiş, önyargı parçalanıvermiş ve zombiler dünyamıza ikinciye hoşgelmiş (Şöyle ki, ilk zombi filmi 1932'de "White Zombie" ismiyle çekilmiş, başrolünü de Bela Lugosi oynamış). "Living Dead" serisinin ilk filmini bir nevi röportaj şeklinde ele alacağız efendim:
Türkçe'ye "Yaşayan Ölülerin Gecesi" diye çevrilen kült film, 1968'de genç reklamcı George Romero tarafından çekilmiş , başlarda tüm yapımcılardan red alan film, elden ele dolaşırken efsane olmuş ve yapımcılar çekmek için sıraya girmiş, önyargı parçalanıvermiş ve zombiler dünyamıza ikinciye hoşgelmiş (Şöyle ki, ilk zombi filmi 1932'de "White Zombie" ismiyle çekilmiş, başrolünü de Bela Lugosi oynamış). "Living Dead" serisinin ilk filmini bir nevi röportaj şeklinde ele alacağız efendim:
30 Ekim 2011 Pazar
"Whiteout"
2009 yapımı “Whiteout” (Ülkemizde film isimlerinin çevirilerini yaratıcılık yoksunu kişiler yaptığı için pek tabii “Soğuk Ölüm” çevirisiyle vizyona girmişti), aksiyon/gerilim türünde bir film. Greg Rucka’nın çizgi roman serisinden uyarlanan ve Kate Beckinsale’in başrolünde olduğu Dominic Sena filmi, ne yazık ki birkaç ilginç sahnesi dışında sıkıcı ve sonu tahmin edilebilir bir gerilim olmaktan öteye gidemiyor.
Etiketler:
aksiyon,
çizgi roman,
film,
gerilim,
uyarlama
27 Ekim 2011 Perşembe
"Paris, Je T'aime"
‘Petites Romances de Quartiers’
“Cities of Love” serisinin ilk filmi “Paris, Je T’aime”, çok güzel bir fikrin çok güzel bir şekilde hayata geçirilmesiydi aslında: Bir şehir üzerinden farklı aşk ve sevgi hikayeleri anlatmak. Bunun için farklı ülkelerden/dinlerden/ırklardan birçok yönetmen ve oyuncu bir araya gelmiş ve kısa filmlerle hem Paris’e karşı sevgilerini, hem de sevginin kendisini (her türlüsünü) peliküle aktarmıştı. 2006 yapımı bu film genel olarak olumlu eleştiriler alınca peşinden yine aynı fikirle çekilen “New York, I Love You” gelmişti, ancak o filmin eleştirileri selefi kadar iyi değildi. İzleyince anlaşılıyor ki; gerçekten de, “Paris, Je T’aime” kendisini takip eden “New York, I Love You”dan çok daha iyi bir film. Bir kere, birbirinden alakasız (sayılan) birçok kısa filmden oluşmasına rağmen genele bakınca gayet derli toplu bir film; filmleri tek tek ele aldığınız vakit de beğenip türlü yorumlar yapabileceğiniz türden; ayrıca “New York, I Love You”nun aksine her filmin hem Paris’in kendisi hem de sevgi hakkında söyledikleri çok daha somut.
“Cities of Love” serisinin ilk filmi “Paris, Je T’aime”, çok güzel bir fikrin çok güzel bir şekilde hayata geçirilmesiydi aslında: Bir şehir üzerinden farklı aşk ve sevgi hikayeleri anlatmak. Bunun için farklı ülkelerden/dinlerden/ırklardan birçok yönetmen ve oyuncu bir araya gelmiş ve kısa filmlerle hem Paris’e karşı sevgilerini, hem de sevginin kendisini (her türlüsünü) peliküle aktarmıştı. 2006 yapımı bu film genel olarak olumlu eleştiriler alınca peşinden yine aynı fikirle çekilen “New York, I Love You” gelmişti, ancak o filmin eleştirileri selefi kadar iyi değildi. İzleyince anlaşılıyor ki; gerçekten de, “Paris, Je T’aime” kendisini takip eden “New York, I Love You”dan çok daha iyi bir film. Bir kere, birbirinden alakasız (sayılan) birçok kısa filmden oluşmasına rağmen genele bakınca gayet derli toplu bir film; filmleri tek tek ele aldığınız vakit de beğenip türlü yorumlar yapabileceğiniz türden; ayrıca “New York, I Love You”nun aksine her filmin hem Paris’in kendisi hem de sevgi hakkında söyledikleri çok daha somut.
24 Ekim 2011 Pazartesi
Bir Zamanlar Anadolu’da
“Kasabalarda hayat, bozkırın ortasında sürdürülen yolculuklara benzer. Her tepenin ardında "yeni ve farklı bir şey" çıkacakmış duygusu, ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayan tekdüze yollar...”
Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi, dalından kopan bir elmanın yuvarlanarak çürük elmaların yanına düşmesinin, çürüyecek olmasının hikayesini takdire şayan bir görsellikle anlatıyor.
21 Ekim 2011 Cuma
“The Walking Dead”
Geçtiğimiz sezonun en çok dikkat çeken ve beğenilen dizilerinden biri olan “The Walking Dead”in ikinci sezonunun ilk bölümü “What Lies Ahead”, bir önceki hafta sonu (16 Ekim) yayınlandı. İlk sezonun son bölümü Aralık 2010’da yayınlandığı ve ilk sezon yalnızca altı bölümden oluştuğu için hevesimiz kursağımızda kalmıştı. Bu sezonsa on üç bölümden oluşacak ve ikinci sezon muhtemelen Ocak 2012’nin sonunda (ya da Şubat 2012’de) sona erecek.
14 Ekim 2011 Cuma
Tree of Life
Hep iyi yönde eleştiriyoruz dedi Çağakan, ben de Tree of Life'ı bi ele alayım o zaman dedim. Zira, o güzelim fragmandan sonra yarattığı hayal kırıklığı tarif edilemez.
Brad Pitt ve Sean Penn film hakkında umutlanmamız için birer sebepti şüphesiz, hatta filmi izledikten sonra söyleyebilirim ki anneyi oynayan Jessica Chastain'in oyunculuğu da gayet iyiydi. Ama bir filmi iyi yapan bence senaryosudur, diğer türlü olsa bu film sınıfı geçerdi zaten.
Filmi izleyecekseniz yalnız başınıza ya da sakin bir ortamda izlemenizi öneririm, diğer türlü bir şey anlamanız mümkün değil. Ayrıca Sean Penn toplasanız 10 dk görünüyor filmde, belirteyim. Kendisi şöyle demiş: "Frankly, I'm still trying to figure out what I'm doing there... What's more, Terry himself never managed to explain it to me clearly."
Öncelikle fragmanı paylaşayım ve sonra filmin hikayesinden bahsedeyim, toparlayabililrsem:
12 Ekim 2011 Çarşamba
“The Avengers” Fragmanı Yayınlandı!
Hayranlarının uzun süredir merakla beklediği Joss Whedon filmi “The Avengers”ın geçen hafta yayınlanan fotoğraflarınını ardından sonunda fragmanı da yayınlandı. Mayıs 2012’de vizyona girecek olan film, daha çok yazarlık ve dizi yönetmenliği yapmış olan Joss Whedon’a emanet. “Thor”un bitiş jeneriğinden sonraki kısa bölümü de yönetmiş olan Whedon, fragmandan anlaşıldığı kadarıyla iyi bir iş çıkartmış gibi görünüyor, çünkü aksiyon sahneleri ve karakterler arasındaki diyaloglar epey iyi. Fragmanda Loki (Tom Hiddleston) dışında herhangi bir kötü adam göremedik; Kree-Skrull da görünürde yok. Ama kahramanların (Captain America, Iron-Man, Thor, Hulk, Black Widow, Hawkeye, Nick Fury) hepsini az da olsa tüm karizmalarıyla görebiliyoruz, bu yeterli:
Etiketler:
aksiyon,
Black Widow,
Captain America,
çizgi roman,
film,
Hawkeye,
Hulk,
Iron Man,
Nick Fury,
Nine Inch Nails,
seri,
Thor
11 Ekim 2011 Salı
Låt Den Rätte Komma In
Oskar- "Are you old?"
Eli-"I'm twelve. But I've been twelve for a long time."
Afişine ve vampirine aldanılıp korku-gerilim filmi sanılan Let the Right One In, bir drama esasen; 12 yaşındaki bir oğlanın bedeninde vampir olarak yaşamaya çalışan Eli ile gerçekten 12 yaşında olan Oskar'ın garip aşk hikayesi. İsveç yapımı filmin yönetmeni ise; Tomas Alfredson.
Eli-"I'm twelve. But I've been twelve for a long time."
Afişine ve vampirine aldanılıp korku-gerilim filmi sanılan Let the Right One In, bir drama esasen; 12 yaşındaki bir oğlanın bedeninde vampir olarak yaşamaya çalışan Eli ile gerçekten 12 yaşında olan Oskar'ın garip aşk hikayesi. İsveç yapımı filmin yönetmeni ise; Tomas Alfredson.
8 Ekim 2011 Cumartesi
3 Ekim 2011 Pazartesi
James Bond ve “Quantum of Solace”
James Bond film serisinin ellinci yıl dönümü olan 2012’de gösterime girmesi planlanan yeni filmi “Bond 23”nin akıbeti ha çekildi ha çekilecek derken iyice yılan hikayesine döndü. Yapımcı şirket MGM’in iflas etmesi, mali kriz derken Bond hayranlarını hem sabırsızlandırıp hem üzen “Yeni Bond filmi iptal mi ediliyor?” tartışmalarının ardından, Ocak 2011’de yapılan resmi açıklama ile rahat bir nefes alındı: Yeni filmin çekimlerine 2011’in sonlarına doğru başlanacak ve film Kasım 2012’de gösterime girecekti. Serinin son iki filminde (“Casino Royale” ve “Quantum of Solace”) Bond’a hayat veren Daniel Craig ve M rolündeki Judi Dench de geri dönüyordu.
Daha sonra gelen açıklamalarla filmin kadrosu da oluşmaya başladı: Senaryosunu “Rango”, “Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street”, “The Aviator”, “The Last Samurai”, “Gladiator” gibi filmlerin senaristi John Logan’ın diğer Bond filmlerinin senaristleri Neal Purvis ve Robert Wade ile yazacağı filmde ayrıca Ralph Fiennes, Javier Bardem, Ben Whishaw ve Naomie Harris gibi oyuncuların Craig’e eşlik edeceği de bazı sitelerde açıklandı. Bond filmlerinin olmazsa olmazı Bond kızlarından birini ise Fransız aktris Bérénice Marlohe’nin oynayacağı – resmi olmasa da – söylendi. Bu haberlerle birlikte heyecanı pekiştiren bir diğer haber ise, filmin yönetmeninin “American Beauty”, “Road to Perdition”, “Jarhead” ve “Revolutionary Road” gibi filmlerin yönetmeni Sam Mendes olacağıydı. (Benim gibi) Bond hayranlarından bazılarının “Quantum of Solace”ta hayal kırıklığı yaratan Marc Forster’ın değil de serinin en başarılı filmlerinden bazılarını (“Goldeneye”, “Casino Royale”) yönetmiş olan Martin Campbell’ın filmin başına geçmesini istemesi normaldi, zira “Casino Royale”le yapılan radikal reformun ardından gelen “Quantum of Solace”, az önce de belirttiğim gibi bir nebze hayal kırıklığıydı.
2008 yapımı “Quantum of Solace”, gösterime girmeden önce Bond hayranlarını epey meraklandırdı. Filmin gayet güzel bir afişi ve çok başarılı bir fragmanı vardı:
Bu fragmanın ardından Bond hayranlarının “Casino Royale” kadar iyi bir aksiyon filmi beklemesi gayet normaldi, ancak beklenen olmadı. Hem eleştirmenlerin hem serinin hayranlarının (Hepsinin değil tabii) bağrına bastığı “Casino Royale”in aksine “Quantum of Solace” pek beğenilmedi. Bunun nedenini filmi izlerseniz anlayabilirsiniz aslında, çünkü iki film arasında garip bir biçimde dağlar kadar fark var.
Daha sonra gelen açıklamalarla filmin kadrosu da oluşmaya başladı: Senaryosunu “Rango”, “Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street”, “The Aviator”, “The Last Samurai”, “Gladiator” gibi filmlerin senaristi John Logan’ın diğer Bond filmlerinin senaristleri Neal Purvis ve Robert Wade ile yazacağı filmde ayrıca Ralph Fiennes, Javier Bardem, Ben Whishaw ve Naomie Harris gibi oyuncuların Craig’e eşlik edeceği de bazı sitelerde açıklandı. Bond filmlerinin olmazsa olmazı Bond kızlarından birini ise Fransız aktris Bérénice Marlohe’nin oynayacağı – resmi olmasa da – söylendi. Bu haberlerle birlikte heyecanı pekiştiren bir diğer haber ise, filmin yönetmeninin “American Beauty”, “Road to Perdition”, “Jarhead” ve “Revolutionary Road” gibi filmlerin yönetmeni Sam Mendes olacağıydı. (Benim gibi) Bond hayranlarından bazılarının “Quantum of Solace”ta hayal kırıklığı yaratan Marc Forster’ın değil de serinin en başarılı filmlerinden bazılarını (“Goldeneye”, “Casino Royale”) yönetmiş olan Martin Campbell’ın filmin başına geçmesini istemesi normaldi, zira “Casino Royale”le yapılan radikal reformun ardından gelen “Quantum of Solace”, az önce de belirttiğim gibi bir nebze hayal kırıklığıydı.
2008 yapımı “Quantum of Solace”, gösterime girmeden önce Bond hayranlarını epey meraklandırdı. Filmin gayet güzel bir afişi ve çok başarılı bir fragmanı vardı:
27 Eylül 2011 Salı
Anansi Boys
“It begins, as most things begin, with a song.”
Anansi Boys, hayal gücümüzün sınırlarını genişleten yazarlardan biri olan Neil Gaiman’ın 2005 yılında yayımladığı romanı. Anti kahraman tanımına birebir uyan Fat Charlie Nancy’nin babasının(Anansi) ölüm haberini almasıyla başlayan roman, bir erkek kardeşi olduğunu öğrenmesi ve onunla tanışmaları hikayesi üzerinden ilerliyor. Eğer fantastik hikayeler ilginizi çekiyorsa ve gerçekten gülmek istiyorsanız, bu kitabı okumalısınız derim.
26 Eylül 2011 Pazartesi
Dexter: "It's Hammer Time!"
Not: Bu yazıyı altıncı sezonun ilk bölümünü izlemeyenlerin okuması önerilmez.
- So, it’s begun?
- Yes, it’s begun…
En sevdiğimiz seri katil Dexter Morgan sonunda geri döndü. Hem de beklenenden bir buçuk hafta erken; Showtime’ın 2 Ekim 2011 Pazar gecesi yayınlayacağını duyurduğu “Those Kinds of Things” isimli bölüm internete sızınca malum sitelerde de paylaşıldı. Zaten Aralık 2010’dan beri bekleyip sabırsızlanan hayranları da bir buçuk hafta daha beklemeyeceği için bu durumdan bayağı memnuniyet duydu.
23 Eylül 2011 Cuma
THE FALL
Tarsem Singh’in deyim yerindeyse bizlere görsel bir şölen sunduğu film, ailesiyle birlikte portakal toplarken ağaçtan düşüp kolunu kıran küçük bir kızın (Alexandria) ve dublörlük yaparken bir kaza geçiren ve bacaklarını kullanamaz hale gelen, böylece intihar meyillisi olan genç bir adamın(Roy) hikayelerinin hastanede kesişmesini ve bir masala dönüşmesini anlatıyor. Neredeyse her karede kendine hayran bırakan kontrast, ışık, renk, kompozisyon Tarsem’in sinema dehasını kanıtlar nitelikte. Anlatılan hikayenin güzelliği bir kenara o karelerin güzelliğini ve hayal gücünün ekrana nasıl yansıyabildiğini görmelisiniz. Filmin müziklerine baktığımız zaman ise film boyunca çalan müzik Beethoven'ın 7. Senfonisi, II: Allegretto’dan alıntı. Velhasıl, filmin tüm bileşenleriyle sınıfı geçtiğini ve izlenmesi gerektiğini söyleyebilirim. İşte bu da fragmanı:
20 Eylül 2011 Salı
If Not Now, When?
Amerikalı muhteşem grup Incubus, uzunca bir sürenin ardından nihayet yeni albümleri ile karşımızda. Zaten iyiden iyiye sabırsızlanmaya başlamıştık çünkü (Haziran 2009’da yayınladıkları ‘best of’ albümü “Monuments and Melodies”i saymazsak) bir önceki albümleri “Light Grenades” yayınlanalı neredeyse beş yıl olmuş. Beş yıl, dile kolay.
17 Eylül 2011 Cumartesi
Thor
NOT: Bu yazı, filmin gidişatı hakkında bazı bilgiler içermektedir. İzlemediyseniz okumamanız önerilir.
Deneyimli sinemacı Kenneth Branagh'ın yönettiği "Thor"da, Thor (Chris Hemsworth) ile Jane Foster (Natalie Portman) arasında şöyle bir diyalog var:
Thor: Beni garip mi buluyorsun?
Deneyimli sinemacı Kenneth Branagh'ın yönettiği "Thor"da, Thor (Chris Hemsworth) ile Jane Foster (Natalie Portman) arasında şöyle bir diyalog var:
Thor: Beni garip mi buluyorsun?
Jane: Evet.
Thor: İyi anlamda mı kötü anlamda mı?
Jane: Henüz emin değilim.
Bu diyalog benim filme karşı duygu ve düşüncelerimle örtüşüyor aslında: "Thor", garip bir film. Fakat iyi anlamda mı kötü anlamda mı olduğuna karar vermek için insanın önce durup biraz düşünmesi gerekiyor.
16 Eylül 2011 Cuma
Eleştiri başlasın!
Ev(ren)deki herkes yataklarına çekilip uykuya daldıktan sonra bilgisayar başına geçip şimdinin eskisi Msn Messenger'da yeni-eski, iyi-kötü film, müzik, kitap, dergi, fotoğraf ne bulursak paylaşıp eleştirirken, yine bir gece yarısı, dedik ki bir blog da biz açalım.
Bilinmelidir ki, bu sayfada özeleştiri yapılmayacaktır. Tarafımızdan özeleştiri her gün saatlerce yapılmaktadır ve o söylenenler/yazılanlar toplanıp bir eleştiri yazısı haline getirilse, biz dahil kimse okumaz. O yüzden kendimiz haricinde her şeyi/herkesi eleştirmeye başlıyoruz:
Sinema, televizyon dünyası, müzik, yiyecek, içecek ve şu anda aklımıza gelmeyen daha nicesi...
Bilinmelidir ki, bu sayfada özeleştiri yapılmayacaktır. Tarafımızdan özeleştiri her gün saatlerce yapılmaktadır ve o söylenenler/yazılanlar toplanıp bir eleştiri yazısı haline getirilse, biz dahil kimse okumaz. O yüzden kendimiz haricinde her şeyi/herkesi eleştirmeye başlıyoruz:
Sinema, televizyon dünyası, müzik, yiyecek, içecek ve şu anda aklımıza gelmeyen daha nicesi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)