4 Şubat 2014 Salı

Inside Llewyn Davis


Dilimize "Sen Şarkılarını Söyle" ismiyle çevrilen ve hala daha bazı sinemalarda gösterimde olan Coen Biraderler'in son filmi, izleyiciyi 61 kışına, Bob Dylan'ın ilk albümünün arefesine götürüyor. Birçok mecrada "tutunamayan" olarak tanımlanan Llewyn'in folk müzik camiasında yaşadığı talihsizlikleri bir yol hikayesini de içine katarak izleten filmin başrolünü Oscar Isaac oynuyor. Biz kendisini Sucker Punch'taki Blue Jones karakteri ile tanımıştık, ki o filmi izleyip de seven bizden başka kimse yok sanıyoruz, söz konusu filmde de şarkı söylüyor idi kendisi. Filmde Isaac'tan sonra en çok karşımıza çıkan karakter ise Jane (Carey Mulligan): Isaac'ın birlikte olduğu fakat arkadaşı Jim (Justin Timberlake)'in sevgilisi. Mulligan'ı da Steve Mcqueen filmi Shame'de (Utanç) şarkı söylerken izlemiştik.


Öncelikle "tutunamayan" nedir, isim babasının - pek sevgili Oğuz Atay'ın- yaptığı tanımlamadan az biraz kısaltarak yaptığım bir alıntıyla başlayalım:
"Beceriksiz ve korkak bir hayvandır...Genellikle başka hayvanların yuvalarında(onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. Ya da terk edilmiş yuvalarda yaşarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavruları ayrı yerlere giderler. Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir...Başları daima öne eğik gezindikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve her tarafları yara bere içinde kalır. onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi de denemişlerdir. Fakat insanlar arasında barınmaları -ev düzenine uymamaları nedeniyle- çok zor olmaktadır. Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca da bir türlü gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapısında günlerce , acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler. Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde , çitle çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta oturarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir."

Filmi izleyenler Llewyn'in bu tanıma -çoğunlukla- uyum gösterdiğini görmüşler ve gülümsemişlerdir diye umuyorum. İzlemeyenlerse, kararında düşük tutulmuş bir tempoya, yormayan bir alt metne, mükemmel bir görüntü yönetimine (Biraderler bu kez Bruno Delbonnel - Amelie filminin görüntü yönetmeni- ile çalışmışlar) ve özenle seçilmiş şarkılara sahip bir film izlemek isterlerse gitsinler görsünler, gözlük takmadan dertsiz tasasız film izlemenin keyfine varsınlar, derim.


Özet geçelim: Filmin ismi Inside Dave Von Ronk adlı folk albümünden esinlenilmiş. Filmde geçen şarkılardan birini de Ronk'un kendi sesinden dinleyebilirsiniz isterseniz burdan. Öncelikle, Llewyn tam bir müzik aşığı, "müzik yapıyorum, öyleyse varım" gibi yani. Vakti zamanında birlikte çalıp söyledikleri partneri ile bir albüm çıkarmış, fakat gün gelmiş partneri intihar etmiş, olaydan sonra bir türlü "kayda değer" bir başarı elde edememiş; o kadar edememiş ki üzerine giyecek bir palto alamamış ya da geceleri sabit bir kanepede uyuyamamış. Film ilerledikçe görüyoruz ki olay sadece kader kısmet ya da Murphy değil, biraz da Llewyn'in kendisi içine etmiş işlerin. Öfkesine sahip çıkamamış, sorumsuz davranmış, aldatmış; velhasıl bir ak kaşık değil.


Filmi Coen'lerin takipçisi kitle pek beğenmemiş, açık konuşmak gerekirse ben kendilerininin cahiliyim, öyle ki bir tek A Serious Man (Ciddi Bir Adam) filmlerini izlemiş ve ziyadesiyle beğenmiştim. Kara mizah ve detaylara farklı açılardan bakışlarını takdir etmiş idim. Bu film için de aynı şeyi söyleyebilirim, evet, öyle aman aman bir kurgu beklemeyin, epey naif, başarısızlıklar ve tökezleyip düşmelerle dolu bir hikaye izleyip salondan ayrılacaksınız. E iyi de, hayat sanki iyi kurgulanmış banka soygunlarından ya da efendime söyleyeyim kölelikten kurtuluş hikayelerinden mi ibaret sanki? Onlar da vardır belki ama senin benim gibi normal doğup normal olmayanın peşinden koşan sonra takılıp düşen hatta bazen düşmüşken tekme yemeden kalkmayanlar da var, oluyor böyle şeyler de. Velhasıl, filmografilerinden bağımsız olarak bakınca Coen'lerin maddi kaygı gütmeden böyle bir filmi beyaz perdeye taşımalarını takdire şayan buldum. Senaryo, kurguya değil de detaylara sığdırılmış: Filmi peşinde sürükleyen bir kedi, sürekli konuşan ve kelimenin tam anlamıyla zehir saçan güzel bir kadın, gramer nazisi bir abla, mesleğini Llewyn'e aktarmaya çalışmış ama başaramamış ölümün eşiğinde bir baba, hoşgörü timsali yaşlı bir çift, uyuşturucu bağımlısı bir caz müzisyeni, sadece şiir konuşan-durmadan sigara içen Beat kuşağından kopmuş bir tip ve değişen kanepe sahibi tanıdıklar... Neler olup bitiyor anlatmak yersiz zira dediğim gibi, bu bir durum filmi.

Isaac ve folk müziği son zamanlarda en iyi yorumlayan gruplardan Mumford and Sons'dan bir oğul olan Marcus Mumford'ın birlikte yorumladığı, filmde geçen şarkılardan Fare the Well'in bu hali de pek güzel olmuş:



Buraya bir dipnot olarak ekleyeyim, bu son zamanlarda izlediğim ikinci tutunamayan filmi, ilki "Frances Ha" idi. Onun da eleştirisi yakında buralarda bir yerde olur diye planlamaktayım. İyi seyirler dileriz.