29 Ekim 2012 Pazartesi

“B3 EP”



İngiliz grup Placebo’nun “Battle for the Sun”dan üç buçuk yıl sonra piyasaya sürdüğü yeni mini albümü “B3 EP”, ekim ayının ortasında beğenimize sunuldu. Grubun Placebo’s new music in 3 years” diyerek tanıttığı “B3 EP”, biri kavır olmak üzere beş şarkıdan oluşuyor. 

Placebo’nun yeni davulcusu Steve Forrest’la çalıştığı bir önceki albümü “Battle for the Sun”, 2009 yazının başında çıkmış ve genel olarak iyi eleştiriler almasına karşın salt Placebo hayranlarının bir kısmı tarafından eleştirilmişti. Grubun önceki albümleri “Sleeping with the Ghosts” ve “Meds”e göre daha ‘olumlu’ olan albüm, her şeye rağmen bize göre Placebo’nun anında kültleşen bazı şarkılarının da bulunduğu bir albümdü. Albümün tanıtım turu kapsamında son konserlerinden üç yıl sonra konser için ülkemize de uğrayan Placebo, Mayıs 2010’da piyasaya sürdüğü canlı kayıtlardan oluşan CD’de İstanbul’daki konserinde kaydettiği “Battle for the Sun”a da yer verdi. 

Grup, Eylül 2010’da da “Battle for the Sun”ın kayıtlarının düzenlendiği ve yeni şarkılara/yorumlara da yer verdiği “Battle for the Sun Redux Edition”ı çıkardı. “Battle for the Sun Redux Edition”da, orijinal albüme ek olarak Placebo şarkılarının farklı versiyonları (Grup bu albümde “Kendi şarkılarımıza en iyi yorumlamayı da yine kendimiz getiriyoruz, kusura bakmayın” diyordu resmen) ve üç yeni şarkı bulunuyordu: Bilhassa konserde dinlemenin pek zevkli olacağını düşündüğümüz “Trigger Happy Hands”, nakaratı hariç gayet sakin ve akılda kalıcı bir şarkı olan “Unisex” ve kulak tırmalayıcı bir nakarata sahip, çok kötü şarkı “Monster Truck”

İki disklik “B-Sides: 1996-2006” ve 31 Ekim 2011’de çıkan konser albümü “We Come in Pieces”in ardından, grup Kasım 2011’de yeni albümün duyurusunu yaptı. 2013 baharına yetiştirilmesi planlanan yeni albüm öncesi piyasaya sürülen beş şarkılık mini albüm “B3 EP”yi ise birlikte değerlendireceğiz:

1-) “B3”

Ç: Albüme adını veren şarkı, aynı zamanda çıkış şarkısı. Tuhaf bir klibe sahip, ayrıca “Song to Say Goodbye”ın klibinde olduğu gibi bu klipte de grup üyelerini göremiyoruz. Sanki biraz “Battle for the Sun”ın açılış şarkısı “Kitty Litter”ı andırıyor. Ancak bana göre ne yazık ki “Sleeping with Ghosts”un ilk teklisi “The Bitter End”, “Meds”in çıkış şarkıları “Because I Want You” ve “Song to Say Goodbye” yahut “Battle for the Sun”ın çıkış şarkısı “For What It’s Worth” kadar kolay alışılan ve hemen sevilebilecek bir şarkı olmamış. Kendisine ancak zamanla alışıyorsunuz. 

Ş: Girişindeki efekti pek sevmesem de klasik Placebo şarkılarına en yakın tarzı yakalayan ve Molko’nun inişli çıkışlı sesine en çok yakışan şarkı bu olmuş. Albümdeki favori şarkım. Klibin de tüm Placebo klipleri gibi sıra dışı ve iyi kurgulanmış bir klip olduğunu söyleyebiliriz.

2-) “I Know You Want to Stop”

Ç: Albümün ikinci şarkısı, bir Minxus kavırı. Grup şarkıya çok büyük bir yenilik ya da farklılık getirmemiş, ancak Brian Molko’nun sesi dahi “I Know You Want to Stop”ı orijinalinden daha iyi olan kavırlar listesine sokmaya yetiyor. Yine de grubun yorumladığı en iyi şarkı değil, tabii. 

Ş: Kesinlikle orijinalinden daha iyi. Molko’nun sesine de çok yakışan bir şarkı seçmişler. Placebo çizgisine yakın bir yerde olan şarkının sözleri de, orijinaline göre daha iyi kotarılan gitar ve davul ritmleri de hoş olmuş.

3-) “The Extra”

Ş: Zoraki bir şarkı. Sözler güzel fakat müzik sanki elektronik müziğe yeni başlayan birinin eline verilmiş gibi geliyor kulağa. Daha Placebovari bi müzikle desteklense dinlenebilecek sözler, akılda kalmıyor maalesef.

Ç: İlk iki şarkıya göre daha sakin ve olgun bir şarkı. Placebo’nun birçok şarkısında karşımıza çıkan ‘bir şarkının içinde bolca tekrar edilen kelime grubu/cümle’ alışkanlığı (“Show me how to live”) bu şarkıda da mevcut. Ama sana katılıyorum; pek akılda kalıcı değil, ancak klavye ve kemanın kullanılmış olması dahi şarkıyı biraz daha etkileyici kılmayı başarıyor bence. 

4-) “I. K. W. Y. L.”
 
Ş: Sözleri itibariyle politik bir başkaldırı, kaosa davet eden bir havaya sahip. Davul ve gitar da bu havayı özgün bir şekilde desteklemiş. “I know where you live” şeklinde uzayıp giden geri vokal de yerinde olmuş.

Ç: Politik içerikli şarkıları genelde pek sevmem, ama bu şarkı albümü ilk dinlediğimde aklımda çabucak yer eden ve ilk seferde diğerlerine nazaran daha çok etkileyen şarkı oldu. Canlı icrasının kayıttaki kadar etkileyici olmayacağını düşünüyorum ama olacağını umuyorum. 

5-) “Time Is Money” 

Ç: Yedi buçuk dakikalık şarkı, Placebo için biraz uzun bir süre. Sözlerinin hoşuma gittiğini söyleyemeyeceğim. Kendisi de beş şarkı içinde en zor alışılan şarkı bana göre. Ama özellikle son anlardaki vokallerin hoş olduğunu söyleyebilirim.

Ş: Sözler bence iyi; özellikle başlangıç güzel-piyano ve zillerin kullanıldığı kısımsa klasik Placebo şarkısı gibi başlıyor ama nakarat olmamış. Durağan.

Şule şarkıların hiçbirinin “Battle for the Sun”daki dinginliği veya “Meds”teki özgünlüğü yakalayamadığını söylüyor. Ona katılıyor ve bu beş şarkının albüm öncesi biraz zorlama bir mini albüm olduğunu düşünüyorum. Üç buçuk sene aradan sonra yalnızca 5 şarkı zaten bir hayal kırıklığıyken albümün ne “Meds” ne de “Battle for the Sun” kalitesine yaklaşabilmesi bizi üzdü, ancak 2013 yazına kadar dinlemeyi umduğumuz yeni albüm müjdesi hayal kırıklığını bir nebze de olsa azaltıyor.  


Şule bir değerlendirme yapılırsa albüme 10 üzerinden ancak 6 verebileceğini söylüyor. Sanırım ben de Placebo sevgimi bir kenara bırakıp oylayacak olursam “B3 EP”nin  6’yı hak edebileceğini düşünürüm ki 6 bir Placebo işi için son derece düşük bir not. Umudumuz bir sonraki albümün “Battle for the Sun” kadar iyi olması. 


25 Ekim 2012 Perşembe

“Iron Man 3” Fragmanı Yayınlandı!



“Heroes… There is no such thing.” 

Gayet iyi bir çizgi roman uyarlaması olan “Iron Man” ve The Black Widow ile War Machine’e rağmen ilkine göre vasat kaçan “Iron Man 2”dan sonra kamera arkasında değişikliğe giden Iron Man serisi, Mayıs 2013’te gösterime girecek üçüncü filmle yoluna devam ediyor. Bu kez yönetmen, Lethal Weapon serisinin yazarı, aynı zamanda pek eğlenceli “Kiss Kiss Bang Bang”in de yazar/yönetmeni olan ve bu filmin ardından harika anime “Death Note”u sinemaya uyarlayacak Shane Black. İlk iki filmin yönetmeni Jon Favreau ise bu filmde yalnızca ilk iki filmde de izlediğimiz Happy Hogan karakterini canlandıracak.

“Extremis” isimli çizgi romandan uyarlandığı söylenen filmin fragmanı ise geçtiğimiz gün yayınlandı. Şaşırtıcı olansa fragmanın Lethal Weapon serisi ve “Kiss Kiss Bang Bang” ile eğlenceli diyalog yazma konusundaki maharetini gösteren Shane Black’in esprili monologlarından/diyaloglarından mahrum, hatta düpedüz ciddi ve karanlık olması. Hatta bazı yorumlar fragmanın “The Dark Knight”a benzediği yönünde.

İlk filmde Jeff Bridges’in canlandırdığı Obadiah Stone, ikinci filmde Mickey Rourke’un hayat verdiği Ivan Vanko ve Sam Rockwell’in canlandırdığı Justin Hammer ile cebelleşen Tony Stark’ın (Bu role gittikçe daha da yakışan harikulade aktör Robert Downey Jr.) bu sefer de iki düşmanı var: En son “Prometheus”ta izlediğimiz Guy Pearce’ın oynadığı Aldrich Killian ve Sör Ben Kingsley’nin fantastik bir filmden fırlamış gibi görünen The Mandarin’i. Bilhassa Kingsley’nin oyunculuğu bayağı merak konusu.


Yaralanan ve hırpalanan bir Tony Stark, acı çeken bir Pepper Potts (Gwyneth Paltrow), vaaz veren bir Mandarin, Pepper’ı kurtarmak için çabalayan ve eviyle birlikte denizin dibini boylayan Iron Man’in bulunduğu ilk fragmanıyla beklediğimizden çok daha fazlasını veren “Iron Man 3”, beklentilerimizi fersah fersah aşan “The Avengers” sonrası bizi fena halde cezbediyor. Serinin en iyisi olacak mı bilinmez, ancak en büyük umudumuz kendisinin bir ‘fragman filmi’ olmaması yönünde.

24 Ekim 2012 Çarşamba

Hunger

Yaşanmış bir olaya dayalı senaryosuyla dikkat çeken 2008 yapımı film, İngiltere'de Maze Hapishane'sinde bulunan IRA'lı (Irish Republican Army) hükümlülerin içinde bulundukları şartları değiştirmek için yaptıkları açlık grevini anlatıyor.
Yönetmen Steve McQueen, ilk uzun metrajlı filmi olmasına rağmen film otoriteleri tarafından beğenilen cesur bir yapım ortaya çıkarmayı başarmış: 96 dklık filmin Imdb puanı 7.6, Tomatometer puanı ise 90/100.
Aksiyon seven, film boyunca uzayıp giden sessizliklere katlanamayan izleyicilerin filmi sonradan haksız yere karalamamak adına izlememesi herkes adına daha hayırlı olacaktır.

Senaryonun esinlenildiği olaylar hakkında bilgi vererek başlayalım: İngiltere'de büyük yankı uyandıran "1981 Açlık Grevi"'ni başlatan ve greve başladıktan 66 gün sonra yaşamını yitiren Bobby Sands'in hikayesine tanık oluyoruz. Grevin başlatılma sebebi ise hapishanedeki Özel Kategori Statüsü'nün kaldırılması ve hükümlülerin şartlarının iyileştirilmesi. Sands grevi sürerken İngiliz Parlementosu'na üye olarak seçilmiş, IRA'ya verilen desteğin artmasına sebep olmuş ve uluslararası medya tarafından ilgi çekmeyi başarabilmiştir. Yarattığı farkındalık ne denli çok olursa olsun, başlatılan açlık grevinde on hükümlü hayatını kaybetmiştir. Filmde adı geçen "Battaniye" protestosu hükümlülerin tektip üniforma giymeyi reddetmeleri sonucu, "pislik/yıkamaya hayır" protestosu ise hükümlüleri yıkanmaya götüren polis memurlarının kötü muamelesinden dolayı yapılmıştır. Filmin etkileyici açılış sekansı da bu protestolardan birini bizi gösteriyor, hükümlüler ellerindeki kapakları birbirlerine vuruyorlar.


Senaristler (Enda Walsh ve McQueen) anlatılmak istenen konuyu yalın bir kurguyla verebilecekken biraz dolambaçlı bir yol seçmişler, iyi ki öyle yapmışlar: Banliyöde yaşayan sıradan bir adamın sıradan bir güne başlayışını gösteriyor kamera bize, fakat sonra bu adamın hapishanedeki görevlilerden biri olduğunu öğreniyoruz. Dış dünyadan hiç de sıradan olmayan hapishaneye giriyor kamera ve yeni hüküm giymiş Davey (Brian Milligan) ile hücresini paylaştığı Gerry'yi (Liam McMahon) odağa alan sekanslar sayesinde atmosfer sağlam bir şekilde kuruluyor. Şartları benimsedikten (!) sonra bu düzene karşı gelen Sands (Michael Fassbender) ile tanışıyoruz ve onun acı sonuna tanık oluyoruz.


Hikaye basit olsa da filmin atmosferi son derece etkileyici biçimde işlenmiş. Davey'nin hücreye götürülmeden önce kıyafetlerini çıkarırken iki memurun onu izleyişi, hücrede insani ihtiyaçları karşılama imkanının olmaması, sadece insan soluğunun ya da bir sinek vızıltısının duyulduğu uzun sessizlikler, hücrelerden dışarı sızan idrarın koridorda birleşip akması ve görevlinin bunu bir kova suyla temizlemeye çalışması gibi detaylar Sands'in vereceği açlık grevi kararını desteklememiz için zemin hazırlar nitelikte olmuş.


Davey ve Gerry'nin hücresinden çıktıktan sonra Bobby Sands ile tanışıyoruz, Sands'in açlık grevine karar verdiği ve rahiple tartıştığı sahnede 16.5 dk tek planda konuşmaları dinliyoruz, karar verildikten sonra kamera Bobby'i yakın plan alıyor ve Bobby bize tüm bunların aslında doğdukları yer ile alakalı olduğunu bir çocukluk anısıyla anlatıyor; filmde bu tek plan dışında neredeyse hiç diyalog yok; burada söylenmek istenilenler söylenmiş zaten. Filmi müzik açısından incelemek gerekirse, diyaloglar gibi müzikler de minimal derecede kullanılmış, bu da atmosferi destekleyici bir diğer etken.


Ve, açlık grevi başlıyor. Tepsi içerisinde yemekler geliyor, yemekler gidiyor. Bobby zayıflıyor, vücudu tepki veriyor, çarşaflar değişiyor, kuşlar kanat çırpıyor. Biz sadece Bobby'nin nefes alışverişlerini duyuyoruz. Hastanede uzayan geceleri, Bobby'nin gözünden duvardaki çatlakları inceleyerek duyumsuyoruz. Film, Bobby'nin ölümünden sonra grevin politikaya etkilerini birkaç cümleyle özetledikten sonra son buluyor.


Film, McQueen'in olduğu kadar Fassbender'in de yıldızını parlatmaya yetti. Her ne kadar Akademi görmezden gelse de Fassbender bu onyılın en iyi erkek oyuncusu denebilir. X-men : First Class'la(Magneto) birlikte büyük bir kitle tarafından tanınan Fassbender, Prometheus'ta bir robotu, yine bir Mcqueen filmi olan Shame'de ise Newyork'lu bir seks bağımlısını başarıyla canlandırdı. Oyuncunun ismi şu aralar Assasin's Creed uyarlamasında başrol olarak anılıyor.


2013 Eylül'de yine bir McQueen-Fassbender birlikteliği bizleri bekliyor olacak: "Twelve Years A Slave", 1800'lerin ortalarında Amerika'da kaçırılıp köle olarak satılan bir adamın hikayesini anlatan bir yapım. 2013 Kasım'da ise yine başrolde izleyeceğimiz oyuncu Ridley Scott'un yönettiği ve uyuşturucu ağının ortasında kalan bir avukatın hikayesini anlatan The Counselor'da Brad Pitt ve Javier Bardem'le birlikte karşımıza çıkacak. Yapım aşamasında olan ve 2013'te gösterime girmesi planlanan bir başka filmi ise: Untitled Terrence Malick Project, kuvvetli bir kadroya sahip (Natalie Portman, Christian Bale, Cate Blanchett) olan filmi merakla bekliyoruz.

Merak edenler için, ironik sayılabilecek bir not düşelim : Fassbender bu rol için günde 600 kalori alarak on haftada 13 kilo vermiş. Oyuncu bu tarz beslenmenin insana bi tür özgürlük hissi verdiğini söylemiş zira 6 hafta boyunca cinsel yönde bir istek hissetmemiş; bu yüzden rahiplerin ve din adamlarının neden az yemek yediklerini anlayabildiğini de eklemiş.