Yönetmen Steve McQueen, ilk uzun metrajlı filmi olmasına rağmen film otoriteleri tarafından beğenilen cesur bir yapım ortaya çıkarmayı başarmış: 96 dklık filmin Imdb puanı 7.6, Tomatometer puanı ise 90/100.
Aksiyon seven, film boyunca uzayıp giden sessizliklere katlanamayan izleyicilerin filmi sonradan haksız yere karalamamak adına izlememesi herkes adına daha hayırlı olacaktır.
Senaryonun esinlenildiği olaylar hakkında bilgi vererek başlayalım: İngiltere'de büyük yankı uyandıran "1981 Açlık Grevi"'ni başlatan ve greve başladıktan 66 gün sonra yaşamını yitiren Bobby Sands'in hikayesine tanık oluyoruz. Grevin başlatılma sebebi ise hapishanedeki Özel Kategori Statüsü'nün kaldırılması ve hükümlülerin şartlarının iyileştirilmesi. Sands grevi sürerken İngiliz Parlementosu'na üye olarak seçilmiş, IRA'ya verilen desteğin artmasına sebep olmuş ve uluslararası medya tarafından ilgi çekmeyi başarabilmiştir. Yarattığı farkındalık ne denli çok olursa olsun, başlatılan açlık grevinde on hükümlü hayatını kaybetmiştir. Filmde adı geçen "Battaniye" protestosu hükümlülerin tektip üniforma giymeyi reddetmeleri sonucu, "pislik/yıkamaya hayır" protestosu ise hükümlüleri yıkanmaya götüren polis memurlarının kötü muamelesinden dolayı yapılmıştır. Filmin etkileyici açılış sekansı da bu protestolardan birini bizi gösteriyor, hükümlüler ellerindeki kapakları birbirlerine vuruyorlar.
Senaristler (Enda Walsh ve McQueen) anlatılmak istenen konuyu yalın bir kurguyla verebilecekken biraz dolambaçlı bir yol seçmişler, iyi ki öyle yapmışlar: Banliyöde yaşayan sıradan bir adamın sıradan bir güne başlayışını gösteriyor kamera bize, fakat sonra bu adamın hapishanedeki görevlilerden biri olduğunu öğreniyoruz. Dış dünyadan hiç de sıradan olmayan hapishaneye giriyor kamera ve yeni hüküm giymiş Davey (Brian Milligan) ile hücresini paylaştığı Gerry'yi (Liam McMahon) odağa alan sekanslar sayesinde atmosfer sağlam bir şekilde kuruluyor. Şartları benimsedikten (!) sonra bu düzene karşı gelen Sands (Michael Fassbender) ile tanışıyoruz ve onun acı sonuna tanık oluyoruz.
Hikaye basit olsa da filmin atmosferi son derece etkileyici biçimde işlenmiş. Davey'nin hücreye götürülmeden önce kıyafetlerini çıkarırken iki memurun onu izleyişi, hücrede insani ihtiyaçları karşılama imkanının olmaması, sadece insan soluğunun ya da bir sinek vızıltısının duyulduğu uzun sessizlikler, hücrelerden dışarı sızan idrarın koridorda birleşip akması ve görevlinin bunu bir kova suyla temizlemeye çalışması gibi detaylar Sands'in vereceği açlık grevi kararını desteklememiz için zemin hazırlar nitelikte olmuş.
Davey ve Gerry'nin hücresinden çıktıktan sonra Bobby Sands ile tanışıyoruz, Sands'in açlık grevine karar verdiği ve rahiple tartıştığı sahnede 16.5 dk tek planda konuşmaları dinliyoruz, karar verildikten sonra kamera Bobby'i yakın plan alıyor ve Bobby bize tüm bunların aslında doğdukları yer ile alakalı olduğunu bir çocukluk anısıyla anlatıyor; filmde bu tek plan dışında neredeyse hiç diyalog yok; burada söylenmek istenilenler söylenmiş zaten. Filmi müzik açısından incelemek gerekirse, diyaloglar gibi müzikler de minimal derecede kullanılmış, bu da atmosferi destekleyici bir diğer etken.
Ve, açlık grevi başlıyor. Tepsi içerisinde yemekler geliyor, yemekler gidiyor. Bobby zayıflıyor, vücudu tepki veriyor, çarşaflar değişiyor, kuşlar kanat çırpıyor. Biz sadece Bobby'nin nefes alışverişlerini duyuyoruz. Hastanede uzayan geceleri, Bobby'nin gözünden duvardaki çatlakları inceleyerek duyumsuyoruz. Film, Bobby'nin ölümünden sonra grevin politikaya etkilerini birkaç cümleyle özetledikten sonra son buluyor.
Senaristler (Enda Walsh ve McQueen) anlatılmak istenen konuyu yalın bir kurguyla verebilecekken biraz dolambaçlı bir yol seçmişler, iyi ki öyle yapmışlar: Banliyöde yaşayan sıradan bir adamın sıradan bir güne başlayışını gösteriyor kamera bize, fakat sonra bu adamın hapishanedeki görevlilerden biri olduğunu öğreniyoruz. Dış dünyadan hiç de sıradan olmayan hapishaneye giriyor kamera ve yeni hüküm giymiş Davey (Brian Milligan) ile hücresini paylaştığı Gerry'yi (Liam McMahon) odağa alan sekanslar sayesinde atmosfer sağlam bir şekilde kuruluyor. Şartları benimsedikten (!) sonra bu düzene karşı gelen Sands (Michael Fassbender) ile tanışıyoruz ve onun acı sonuna tanık oluyoruz.
Hikaye basit olsa da filmin atmosferi son derece etkileyici biçimde işlenmiş. Davey'nin hücreye götürülmeden önce kıyafetlerini çıkarırken iki memurun onu izleyişi, hücrede insani ihtiyaçları karşılama imkanının olmaması, sadece insan soluğunun ya da bir sinek vızıltısının duyulduğu uzun sessizlikler, hücrelerden dışarı sızan idrarın koridorda birleşip akması ve görevlinin bunu bir kova suyla temizlemeye çalışması gibi detaylar Sands'in vereceği açlık grevi kararını desteklememiz için zemin hazırlar nitelikte olmuş.
Davey ve Gerry'nin hücresinden çıktıktan sonra Bobby Sands ile tanışıyoruz, Sands'in açlık grevine karar verdiği ve rahiple tartıştığı sahnede 16.5 dk tek planda konuşmaları dinliyoruz, karar verildikten sonra kamera Bobby'i yakın plan alıyor ve Bobby bize tüm bunların aslında doğdukları yer ile alakalı olduğunu bir çocukluk anısıyla anlatıyor; filmde bu tek plan dışında neredeyse hiç diyalog yok; burada söylenmek istenilenler söylenmiş zaten. Filmi müzik açısından incelemek gerekirse, diyaloglar gibi müzikler de minimal derecede kullanılmış, bu da atmosferi destekleyici bir diğer etken.
Ve, açlık grevi başlıyor. Tepsi içerisinde yemekler geliyor, yemekler gidiyor. Bobby zayıflıyor, vücudu tepki veriyor, çarşaflar değişiyor, kuşlar kanat çırpıyor. Biz sadece Bobby'nin nefes alışverişlerini duyuyoruz. Hastanede uzayan geceleri, Bobby'nin gözünden duvardaki çatlakları inceleyerek duyumsuyoruz. Film, Bobby'nin ölümünden sonra grevin politikaya etkilerini birkaç cümleyle özetledikten sonra son buluyor.
Film, McQueen'in olduğu kadar Fassbender'in de yıldızını parlatmaya yetti. Her ne kadar Akademi görmezden gelse de Fassbender bu onyılın en iyi erkek oyuncusu denebilir. X-men : First Class'la(Magneto) birlikte büyük bir kitle tarafından tanınan Fassbender, Prometheus'ta bir robotu, yine bir Mcqueen filmi olan Shame'de ise Newyork'lu bir seks bağımlısını başarıyla canlandırdı. Oyuncunun ismi şu aralar Assasin's Creed uyarlamasında başrol olarak anılıyor.
2013 Eylül'de yine bir McQueen-Fassbender birlikteliği bizleri bekliyor olacak: "Twelve Years A Slave", 1800'lerin ortalarında Amerika'da kaçırılıp köle olarak satılan bir adamın hikayesini anlatan bir yapım. 2013 Kasım'da ise yine başrolde izleyeceğimiz oyuncu Ridley Scott'un yönettiği ve uyuşturucu ağının ortasında kalan bir avukatın hikayesini anlatan The Counselor'da Brad Pitt ve Javier Bardem'le birlikte karşımıza çıkacak. Yapım aşamasında olan ve 2013'te gösterime girmesi planlanan bir başka filmi ise: Untitled Terrence Malick Project, kuvvetli bir kadroya sahip (Natalie Portman, Christian Bale, Cate Blanchett) olan filmi merakla bekliyoruz.
Merak edenler için, ironik sayılabilecek bir not düşelim : Fassbender bu rol için günde 600 kalori alarak on haftada 13 kilo vermiş. Oyuncu bu tarz beslenmenin insana bi tür özgürlük hissi verdiğini söylemiş zira 6 hafta boyunca cinsel yönde bir istek hissetmemiş; bu yüzden rahiplerin ve din adamlarının neden az yemek yediklerini anlayabildiğini de eklemiş.
Merak edenler için, ironik sayılabilecek bir not düşelim : Fassbender bu rol için günde 600 kalori alarak on haftada 13 kilo vermiş. Oyuncu bu tarz beslenmenin insana bi tür özgürlük hissi verdiğini söylemiş zira 6 hafta boyunca cinsel yönde bir istek hissetmemiş; bu yüzden rahiplerin ve din adamlarının neden az yemek yediklerini anlayabildiğini de eklemiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder