21 Aralık 2011 Çarşamba

Dexter: “Today’s the Day”

“I am a father, a son, a serial killer…”

Not: Bu eleştiri yazısı, “Dexter”ın gidişatı hakkında önemli birtakım bilgiler içermektedir. İzlemeyenlerin okumaması önerilir.

Evet, en sevilen seri katil “Dexter”ın altıncı sezonu geçtiğimiz gün yayınlanan final bölümüyle son buldu. Son bölüm “This is the Way the World Ends”in en ilginç tarafı, belki de tıpkı dördüncü sezonun son bölümü “The Getaway” gibi sağ gösterip sol vurmasıydı. Yani biz her şeyi açıklığa kavuşturan bir sezon finali izleyeceğimizi beklerken son sahneyle ters köşe yapıp ağzımızı açık bırakan bir final izledik bu bölümde.

Öncelikle sezonu kısaca değerlendirelim: Hızlı başlayan ve ilk yarısıyla “Oha, ne oluyor!?” naraları eşliğinde bölümleri bitirmemize neden olan altıncı sezon, ikinci yarı itibarı ile ne yazık ki biraz duruldu. Her şeyden önce, katillerimizin aslında ‘katilimiz’ çıkması, yani Profesör Gellar’ın (Edward James Olmos) aslında çoktan ölmüş olması ve Travis Marshall’ın (Colin Hanks) olan biteni kafasında kuruyor olması dizinin yarattığı heyecan ivmesini biraz da olsa düşürdü. Zira – başlarda pek ihtimal vermesek de – sonraları iyice ayyuka çıkan bir belirginlik söz konusuydu: Travis Profesör Gellar’ı öldürmüş ve kafasında onun yaşadığını tezahür etmiş, böylece Tanrı ile arasındaki bağın Profesör Gellar olduğunu sanmıştı. Onuncu bölüme dek gittikçe belli olan ve tüm sürprizi bozan bu olayın ardından dizi daha alelade bir hal aldı – hatta biraz daha ileri gidip sezonun son üç bölümünün en heyecansız son üç bölüm olduğunu iddia edebiliriz. İzleyenlerin bildiği üzere “Dexter”, on iki bölümlük sezonlarının özellikle son üç bölümüyle heyecan fırtınası estirip meraklandırır. Son bölümde ekseriyetle artan bu merak ve gerilim hissi yüzünden sezon sonu daha bir iple çekilir. Bu sezon ise maalesef pek öyle olmadı: Katillerin aslında bir kişi olduğunu fark ettiğimizde uçup giden tehdit unsuru, ne kadar özgün olursa olsun Travis’i gözümüzde sıradan bir katile dönüştürdü.
Gelelim son sahneye. Herkesin tahmin ettiği gibi Travis’i son sahnede Dexter’ın masasında görüyoruz. Mekan olarak sezon boyunca birçok olaya şahit olduğumuz eski kiliseyi seçen Dexter’ın gözden kaçırdığı ufacık bir hata ise sezonun az önce de dediğimiz üzere hayret verici: Kiliseye gelen Debra, Dexter’ın cinayet işlediğini ve Travis’i öldürdüğünü gördü. Dizinin uyarlandığı kitapta Debra, Dexter’ın katil olduğunu bildiğinden çok da büyük bir sürpriz değil gibi görünüyor (Dördüncü sezonun muhteşem finalinin yanında solda sıfır zaten), fakat işin aslı öyle değil. Dizide Jennifer Carpenter’ın (Ki kendisi muhteşem oynuyor) çizdiği Debra portresi kitaptakinden biraz daha farklı olduğundan bu şok edici unsur biraz daha etkileyici hale geliyor. Etkileyici demişken, Travis ve Dexter’ın son sahnede ettiği kelamlar sekansı epey etkileyici kılmış. Bunda son bölümün yönetmeninin reji başarısı da etken tabii: Travis’in uyandığında Kurtarıcı’yı (İsa) görmesi fakat sonra görüşünün esas kurtarıcı tarafından (Dexter) bozulması gibi. Ayrıca Michael C. Hall’un ve Colin Hanks’in son sahnedeki oyunculukları takdire şayan.
On ikinci bölümle bir sezonun daha sonuna geldik ve “D-Day” (Ki kendisi hem “Dexter Day”e hem altıncı sezonun teması olan “Doomsday”e yapılan zekice bir kelime oyunu içeriyor) şimdilik sona erdi. Ekim ayında dizinin yayınlandığı kanal Showtime ile maddi anlaşmazlığa düşen Michael C. Hall’un kanalla sonunda anlaşmaya varabilmesi ise sevindirici haber, zira başladığından beri kalitesinden ödün vermemiş olan dizi muhtemelen iki sezon daha sürecek. Bize ise, bir dahaki sonbahara kadar beklemek düşüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder