Sam Raimi, hayranlık uyandıracak derecede yaratıcı ve
yenilikçi bir yönetmen. 1980’li yıllarda çektiği “Evil Dead” filmleri ile
birçok takipçi edinmiş, 90’lı yıllarda da birçok değişik tür denemiştir. Tim
Burton, David Fincher, Roland Emmerich gibi isimleri geride bırakıp 2002’de
gösterime giren “Spider-Man”in başına geçeceği söylendiğinde edindiği hayranların
çoğu filmi iple çekti. Onlara göre yönetmen son derece etkileyici fikirlere
sahip olduğundan Örümcek-Adam gibi popüler bir kahramanın film uyarlamasında da
unutulmaz anlar yakalayacağı kesindi. Öyle de oldu; 2002 yazında gösterime
giren “Spider-Man” gerek eleştirmenlerce, gerek seyircinin gözünde anında bir
klasiğe dönüştü.
2007’de gösterime giren ve ilk iki film kadar beğenilmeyen “Spider-Man
3”nin ardından yapımcılarla sorunlar yaşadığı için dördüncü filmi yönetmekten
vazgeçen Sam Raimi, projeden çekildi. Tobey Maguire da projeden çekilince
yapımcı şirket Sony, dördüncü Örümcek-Adam filminden vazgeçip hikayeyi en
baştan anlatmaya karar verdi. “The Untold Story” sloganıyla tanıtılan filmin
yönetmeni de, “500 Days of Summer” ile olumlu eleştiriler almış olan Mark Webb
(Soyadı da Örümcek-Adam olayına pek uygun) oldu.
Bu yazımızda, iki filmin karşılaştırmasını yapacağız:
1-) Hikaye: İki filmin de hikayesi aşağı yukarı aynı
aslında: Queens, New York’ta amcası ve yengesiyle yaşayan liseli genç Peter
Parker, zeki, bilime meraklı, çekingen bir tiptir. Günün birinde radyoaktif bir
örümcek tarafından ısırılınca kendisinde birtakım değişiklikler meydana
geldiğini fark eden Peter, amcası Ben’in ölümünün ardından sorumluluk
duygusuyla suça karşı savaş açar ve Örümcek-Adam olmaya karar verir… Hikaye
genel hatlarıyla aynı, evet, ancak Sony hikayeye en baştan başladığı için
seyirciye 2002’deki “Spider-Man”den farklı bir öykü sunmak istemiş. O nedenle
iki uyarlama arasında büyük/küçük birçok farklılık da mevcut. Mesela Sam
Raimi’nin “Spider-Man”inde Tobey Maguire’ın canlandırdığı Peter Parker, komşusu
Mary Jane Watson’a abayı yakmış bir gençti. Mark Webb’in “The Amazing
Spider-Man”inde ise Peter sınıf arkadaşı Gwen Stacy’ye (Emma Stone) aşık.
“Spider-Man”de Peter Columbia Üniversitesi’ne düzenlenen bir okul gezisinde
radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılıyor; “The Amazing Spider-Man”de ise
babasının evrak çantasında bulduğu şeyler Peter’ı Oscorp’a yönlendiriyor ve
Peter orada ısırılıyor. “Spider-Man”de Peter’ın anne-babası hakkında bilgi
sahibi değiliz; “The Amazing Spider-Man”inse henüz ilk sahnesinde anne-babası
Peter’ı bırakıp gidiyor. Bunları düşündüğümüzde “The Amazing Spider-Man”de
yapılan değişikliklerin göze çok battığını söyleyemeyiz, sonuçta aynı öykü en
baştan başlanarak tekrar anlatılıyor ve bu öyküyü izleyiciye sunarken farklı
temalar/karakterler sunmak daha mantıklı bir hareket.
2-) Karakterler: Sam Raimi’nin uyarlamasındaki Peter Parker,
çizgi roman ve çizgi dizideki Peter’ın aksine duygusal tarafı daha ağır basan,
sevimli bir karakterdi. Mark Webb’in uyarlamasındaki Peter ise kıvrak zekası,
hazırcevaplılığı ve esprileriyle çizgi romandaki Peter Parker’a daha yakın.
Andrew Garfield da bu role Tobey Maguire’dan daha çok yakışmış, kabul etmek
gerek (Zaten “Spider-Man 3”den sonra Sam Raimi’ye nedense düşman kesilen
hayranlar da Andrew Garfield’ı bağrına bastı). “Spider-Man”in kötü adamı, kötü
adam rollerine çok yakışan Willem Dafoe’nun canlandırdığı Norman Osborn namı
diğer The Green Goblin idi. “The Amazing Spider-Man”de ise en son “Harry Potter
and the Deathly Hallows Part 1”da Xenophilius Lovegood rolünde izlediğimiz Rhys
Ifans kötü adamı canlandırıyor; kendisi tehlikeli bir deney sonrasında The
Lizard’a dönüşen bilim adamı Curt Connors’a hayat verdi. Bu bağlamda seyirci
genel olarak hemfikir: Dafoe’nun Green Goblin kompozisyonu Ifans’ın The
Lizard’ından daha iyi ve The Lizard yeterince güçlü ve etkili bir kötü
adam değil. Gerçi düşününce Green Goblin de Venom, Carnage ya da Doc Ock kadar
karizmatik ve güçlü bir kötü adam değildi, ancak Willem Dafoe’nun oyunculuğu ve
karakterin hikayeye yedirilişi “Spider-Man”de daha başarılıydı. Peter’ın amcası
Ben ve yengesi May ise “The Amazing Spider-Man”de ha bire konuşup nutuk çeken
veliler gibi değil, o nedenle “The Amazing Spider-Man”deki Ben ve May
karakterlerinin daha iyi olduğu aşikar. Fakat her şeyden öte, “The Amazing
Spider-Man” Jonah Jameson (J. K. Simmons) gibi mükemmel bir karakterden
mahrum ve Gwen Stacy’nin komiser olan babası (Denis Leary) Jameson’ın yarattığı
boşluğu dolduramıyor.
3-) Esas Kız Faktörü: Kabul etmek gerekir ki
“Spider-Man”deki Mary Jane Watson (Kirsten Dunst) da, “The Amazing
Spider-Man”deki Gwen Stacy (Emma Stone) de öyküdeki ‘esas kız’ kontenjanını
layığıyla doldurmuş. Mary Jane Watson denince akla gelen sima Kirsten
Dunst’ınkinden biraz uzak olsa da Dunst’ın rolüne yakıştığı su götürmez bir
gerçek. Ancak Emma Stone’un Gwen Stacy’sinin de Bryce Dallas Howard’ın “Spider-Man
3”deki Gwen Stacy’sinden daha iyi ve en az Kirsten Dunst kadar büyüleyici
olduğunu da kabul etmeli. “The Amazing Spider-Man”in “Spider-Man”deki yağmur
altında öpüşme sahnesi gibi çok konuşulacak duygusal sahnelere sahip olmaması
ise senarist David Koepp’in vizyonundan kaynaklanıyor galiba.
4-) Müzik: Bu değerlendirmede oyumuz Sam Raimi’nin
uyarlamasından yana. “The Amazing Spider-Man”in özellikle ilk yarısında üstat
James Horner gayet iyi bir iş çıkarmış olsa da, Danny Elfman’ın bestelediği
müziklerin yanına bile yaklaşamıyor maalesef. Bir de yıllarca dilimizden
düşmeyen “Hero” var tabii.
5-) Kostüm: Filmin çekildiği sıralarda çalınan kostümleri
olay olan “Spider-Man”de yapılan kostüm değişikliklerini sevmiştik. Kostümün
sırt kısmındaki garip örümcek amblemini değiştirip göze çok daha güzel görünen
bir örümcek amblemi konması zekice bir hamleydi. Hatta bu yüzden “The Amazing
Spider-Man”deki Örümcek-Adam kostümünü ilk gördüğümüzde burun kıvırdık. Ancak
filmi izleyince haksızlık etmiş olduğumuzu anladık; yeni kostüm de hiç fena
görünmüyor. Üstelik çizgi romana ve çizgi diziye uygun olarak Spidey’nin
bileklerinde ağ atabildiği kapsüller de mevcut, daha ne olsun.
6-) Görsel Efektler: Burada tabii ki bütçeyi ve yılı göz
önünde bulundurmak gerekiyor. “The Amazing Spider-Man”in bütçesi yaklaşık 230
milyon dolar. Buna karşın “Spider-Man”in 139 milyon dolarlık bütçesi vardı ve
görsel efektleri bazı sahnelerde doğal olarak sırıtıyordu. Yine de, 3 boyutlu
olduğunu da göz önünde bulundurarak “The Amazing Spider-Man”in görsel
efektlerinin çok daha iyi olduğunu söyleyebiliriz.
7-) Senaryo: Geldik en önemli kısma. Burada stüdyoyu mu
suçlamamız gerek bilmiyoruz, ama “The Amazing Spider-Man”in hikayesinde birçok
soru cevaplanmıyor, birkaç sahne de havada kalmış izlenimi veriyor. Ayrıca
karakterler ve aralarındaki ilişkiler “Spider-Man”de çok daha iyiydi. Lakin
dediğimiz gibi burada suçlu senaristler ve(ya) yönetmenden ziyade kurgu işine
karışıp duran yapımcılar da olabilir. O zamanlar ününe ün katan David Koepp’in
“Spider-Man” için yazdığı senaryo ise cidden iyi bir işti ve Sam Raimi’nin
yaratıcılığıyla da birleşince ilk Örümcek-Adam uyarlaması çok konuşulan birçok
sahneye sahip oldu. Ama “The Amazing Spider-Man”in senaryosunun daha ‘gerçekçi’
olması, bazı diyalogların (Levrek ile ilgili diyaloglar gibi) öykü hızlı hızlı
ilerlese de zekice yazılmış olması gibi faktörler ikinci uyarlamanın artı
hanesine yazılıyor bize göre. Yani “Spider-Man”in senaryosu daha derli toplu
görünse de “The Amazing Spider-Man” için yazılan senaryo da selefinin çok
gerisinde değil.
“The Amazing Spider-Man”in de Sam Raimi’nin uyarlaması gibi
bir üçleme haline geleceği kesin. Mark Webb de umut veren bir ilk filme imza
atmış ki film hakkında yapılan eleştiriler de bunu doğrular nitelikte. Ancak
iki yapım karşılaştırıldığında, “The Amazing Spider-Man”in “Spider-Man”in
gerisinde kaldığı ister istemez fark ediliyor. Yine de “The Amazing Spider-Man
2”nun tıpkı ilk üçlemede olduğu gibi ilk filmi aşmasını ümit ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder