26 Temmuz 2012 Perşembe

“Spider-Man” ve “The Amazing Spider-Man”


Sam Raimi, hayranlık uyandıracak derecede yaratıcı ve yenilikçi bir yönetmen. 1980’li yıllarda çektiği “Evil Dead” filmleri ile birçok takipçi edinmiş, 90’lı yıllarda da birçok değişik tür denemiştir. Tim Burton, David Fincher, Roland Emmerich gibi isimleri geride bırakıp 2002’de gösterime giren “Spider-Man”in başına geçeceği söylendiğinde edindiği hayranların çoğu filmi iple çekti. Onlara göre yönetmen son derece etkileyici fikirlere sahip olduğundan Örümcek-Adam gibi popüler bir kahramanın film uyarlamasında da unutulmaz anlar yakalayacağı kesindi. Öyle de oldu; 2002 yazında gösterime giren “Spider-Man” gerek eleştirmenlerce, gerek seyircinin gözünde anında bir klasiğe dönüştü.

2007’de gösterime giren ve ilk iki film kadar beğenilmeyen “Spider-Man 3”nin ardından yapımcılarla sorunlar yaşadığı için dördüncü filmi yönetmekten vazgeçen Sam Raimi, projeden çekildi. Tobey Maguire da projeden çekilince yapımcı şirket Sony, dördüncü Örümcek-Adam filminden vazgeçip hikayeyi en baştan anlatmaya karar verdi. “The Untold Story” sloganıyla tanıtılan filmin yönetmeni de, “500 Days of Summer” ile olumlu eleştiriler almış olan Mark Webb (Soyadı da Örümcek-Adam olayına pek uygun) oldu.




Bu yazımızda, iki filmin karşılaştırmasını yapacağız:

1-) Hikaye: İki filmin de hikayesi aşağı yukarı aynı aslında: Queens, New York’ta amcası ve yengesiyle yaşayan liseli genç Peter Parker, zeki, bilime meraklı, çekingen bir tiptir. Günün birinde radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılınca kendisinde birtakım değişiklikler meydana geldiğini fark eden Peter, amcası Ben’in ölümünün ardından sorumluluk duygusuyla suça karşı savaş açar ve Örümcek-Adam olmaya karar verir… Hikaye genel hatlarıyla aynı, evet, ancak Sony hikayeye en baştan başladığı için seyirciye 2002’deki “Spider-Man”den farklı bir öykü sunmak istemiş. O nedenle iki uyarlama arasında büyük/küçük birçok farklılık da mevcut. Mesela Sam Raimi’nin “Spider-Man”inde Tobey Maguire’ın canlandırdığı Peter Parker, komşusu Mary Jane Watson’a abayı yakmış bir gençti. Mark Webb’in “The Amazing Spider-Man”inde ise Peter sınıf arkadaşı Gwen Stacy’ye (Emma Stone) aşık. “Spider-Man”de Peter Columbia Üniversitesi’ne düzenlenen bir okul gezisinde radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılıyor; “The Amazing Spider-Man”de ise babasının evrak çantasında bulduğu şeyler Peter’ı Oscorp’a yönlendiriyor ve Peter orada ısırılıyor. “Spider-Man”de Peter’ın anne-babası hakkında bilgi sahibi değiliz; “The Amazing Spider-Man”inse henüz ilk sahnesinde anne-babası Peter’ı bırakıp gidiyor. Bunları düşündüğümüzde “The Amazing Spider-Man”de yapılan değişikliklerin göze çok battığını söyleyemeyiz, sonuçta aynı öykü en baştan başlanarak tekrar anlatılıyor ve bu öyküyü izleyiciye sunarken farklı temalar/karakterler sunmak daha mantıklı bir hareket. 

2-) Karakterler: Sam Raimi’nin uyarlamasındaki Peter Parker, çizgi roman ve çizgi dizideki Peter’ın aksine duygusal tarafı daha ağır basan, sevimli bir karakterdi. Mark Webb’in uyarlamasındaki Peter ise kıvrak zekası, hazırcevaplılığı ve esprileriyle çizgi romandaki Peter Parker’a daha yakın. Andrew Garfield da bu role Tobey Maguire’dan daha çok yakışmış, kabul etmek gerek (Zaten “Spider-Man 3”den sonra Sam Raimi’ye nedense düşman kesilen hayranlar da Andrew Garfield’ı bağrına bastı). “Spider-Man”in kötü adamı, kötü adam rollerine çok yakışan Willem Dafoe’nun canlandırdığı Norman Osborn namı diğer The Green Goblin idi. “The Amazing Spider-Man”de ise en son “Harry Potter and the Deathly Hallows Part 1”da Xenophilius Lovegood rolünde izlediğimiz Rhys Ifans kötü adamı canlandırıyor; kendisi tehlikeli bir deney sonrasında The Lizard’a dönüşen bilim adamı Curt Connors’a hayat verdi. Bu bağlamda seyirci genel olarak hemfikir: Dafoe’nun Green Goblin kompozisyonu Ifans’ın The Lizard’ından daha iyi ve The Lizard yeterince güçlü ve etkili bir kötü adam değil. Gerçi düşününce Green Goblin de Venom, Carnage ya da Doc Ock kadar karizmatik ve güçlü bir kötü adam değildi, ancak Willem Dafoe’nun oyunculuğu ve karakterin hikayeye yedirilişi “Spider-Man”de daha başarılıydı. Peter’ın amcası Ben ve yengesi May ise “The Amazing Spider-Man”de ha bire konuşup nutuk çeken veliler gibi değil, o nedenle “The Amazing Spider-Man”deki Ben ve May karakterlerinin daha iyi olduğu aşikar. Fakat her şeyden öte, “The Amazing Spider-Man” Jonah Jameson (J. K. Simmons) gibi mükemmel bir karakterden mahrum ve Gwen Stacy’nin komiser olan babası (Denis Leary) Jameson’ın yarattığı boşluğu dolduramıyor.



3-) Esas Kız Faktörü: Kabul etmek gerekir ki “Spider-Man”deki Mary Jane Watson (Kirsten Dunst) da, “The Amazing Spider-Man”deki Gwen Stacy (Emma Stone) de öyküdeki ‘esas kız’ kontenjanını layığıyla doldurmuş. Mary Jane Watson denince akla gelen sima Kirsten Dunst’ınkinden biraz uzak olsa da Dunst’ın rolüne yakıştığı su götürmez bir gerçek. Ancak Emma Stone’un Gwen Stacy’sinin de Bryce Dallas Howard’ın “Spider-Man 3”deki Gwen Stacy’sinden daha iyi ve en az Kirsten Dunst kadar büyüleyici olduğunu da kabul etmeli. “The Amazing Spider-Man”in “Spider-Man”deki yağmur altında öpüşme sahnesi gibi çok konuşulacak duygusal sahnelere sahip olmaması ise senarist David Koepp’in vizyonundan kaynaklanıyor galiba. 


4-) Müzik: Bu değerlendirmede oyumuz Sam Raimi’nin uyarlamasından yana. “The Amazing Spider-Man”in özellikle ilk yarısında üstat James Horner gayet iyi bir iş çıkarmış olsa da, Danny Elfman’ın bestelediği müziklerin yanına bile yaklaşamıyor maalesef. Bir de yıllarca dilimizden düşmeyen “Hero” var tabii. 

5-) Kostüm: Filmin çekildiği sıralarda çalınan kostümleri olay olan “Spider-Man”de yapılan kostüm değişikliklerini sevmiştik. Kostümün sırt kısmındaki garip örümcek amblemini değiştirip göze çok daha güzel görünen bir örümcek amblemi konması zekice bir hamleydi. Hatta bu yüzden “The Amazing Spider-Man”deki Örümcek-Adam kostümünü ilk gördüğümüzde burun kıvırdık. Ancak filmi izleyince haksızlık etmiş olduğumuzu anladık; yeni kostüm de hiç fena görünmüyor. Üstelik çizgi romana ve çizgi diziye uygun olarak Spidey’nin bileklerinde ağ atabildiği kapsüller de mevcut, daha ne olsun. 



6-) Görsel Efektler: Burada tabii ki bütçeyi ve yılı göz önünde bulundurmak gerekiyor. “The Amazing Spider-Man”in bütçesi yaklaşık 230 milyon dolar. Buna karşın “Spider-Man”in 139 milyon dolarlık bütçesi vardı ve görsel efektleri bazı sahnelerde doğal olarak sırıtıyordu. Yine de, 3 boyutlu olduğunu da göz önünde bulundurarak “The Amazing Spider-Man”in görsel efektlerinin çok daha iyi olduğunu söyleyebiliriz.

 7-) Senaryo: Geldik en önemli kısma. Burada stüdyoyu mu suçlamamız gerek bilmiyoruz, ama “The Amazing Spider-Man”in hikayesinde birçok soru cevaplanmıyor, birkaç sahne de havada kalmış izlenimi veriyor. Ayrıca karakterler ve aralarındaki ilişkiler “Spider-Man”de çok daha iyiydi. Lakin dediğimiz gibi burada suçlu senaristler ve(ya) yönetmenden ziyade kurgu işine karışıp duran yapımcılar da olabilir. O zamanlar ününe ün katan David Koepp’in “Spider-Man” için yazdığı senaryo ise cidden iyi bir işti ve Sam Raimi’nin yaratıcılığıyla da birleşince ilk Örümcek-Adam uyarlaması çok konuşulan birçok sahneye sahip oldu. Ama “The Amazing Spider-Man”in senaryosunun daha ‘gerçekçi’ olması, bazı diyalogların (Levrek ile ilgili diyaloglar gibi) öykü hızlı hızlı ilerlese de zekice yazılmış olması gibi faktörler ikinci uyarlamanın artı hanesine yazılıyor bize göre. Yani “Spider-Man”in senaryosu daha derli toplu görünse de “The Amazing Spider-Man” için yazılan senaryo da selefinin çok gerisinde değil.

“The Amazing Spider-Man”in de Sam Raimi’nin uyarlaması gibi bir üçleme haline geleceği kesin. Mark Webb de umut veren bir ilk filme imza atmış ki film hakkında yapılan eleştiriler de bunu doğrular nitelikte. Ancak iki yapım karşılaştırıldığında, “The Amazing Spider-Man”in “Spider-Man”in gerisinde kaldığı ister istemez fark ediliyor. Yine de “The Amazing Spider-Man 2”nun tıpkı ilk üçlemede olduğu gibi ilk filmi aşmasını ümit ediyoruz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder