Genç Xavier Dolan’ın yönetmenliğini, senaristliğini ve de başrolünü üstlendiği ilk filmi, Cannes da dahil olmak üzre birçok festivalden ödülle dönmeyi başarmıştı. Hepimizin bir dönem hissettiği duyguları, aklımızın bir köşesinden geçirdiği düşünceleri daha yoğun yaşayan bir gencin annesiyle ilişkisini sıradışı bir yolla anlatan filmi müzik ve görüntü yönetiminin etkin kullanılması sebebiyle ben de beğendim.
Film, Hubert’in (Xavier Dolan) annesi hakkında düşündüklerini söylediği vidyolardan biriyle başlıyor ve daha sonrasında Hubert’in gözünden annesini (Anne Dorval) görüyoruz ilk defa, son derece rahatsız edici bir şekilde yemek yerken. Daha sonra ise anne-oğulun olağan tartışmalarına ve hiçbir şekilde anlaşamadıklarına şahit oluyoruz. Hubert; resme, yazarlığa yetenekli, son derece duygusal, annesiyle babası o yedi yaşındayken ayrılmış ve annesi tarafından büyütülmüş bir gençtir, ve belki de annesine tahammülsüzlüğünün en fazla olabileceği çağda, 16 yaşındadır. Dolan’un bu yarı-otobiyografik olan senaryoyu 16 yaşındayken yazdığını da vurgulamak gerek.
Film genelinde kamera anne-oğulun birbirlerinin düşüncelerine önem vermediklerini anlatırcasına bir tek onlar varken arkalarında büyük boşluklar bırakarak kadraja almış. Aralıklarla yapılan objelere yakın çekimler ve eşlik eden müzik, kıyafet ve mekanla desteklenen gerçeklikten uzak (Hubert'in hayal dünyasını yansıtan) kareler etkileyici bir görsellik sağlamış.
Müzik girdiğinde kamera Hubert’i ortalar ve onun dünyasını, yalnızlığını gösteriyor bize, buralarda yavaşlatılmış çekimlere eşlik eden müziğin benzerliği sebebiyle sık sık In The Mood For Love‘ı hatırladım. Sonra öğrendim ki zaten film Dolan’un da favorileri arasındaymış ve kendisi Wong Kar Wai’den epey etkilenmiş.
Filme adını da veren olay ise şöyle gerçekleşiyor: Hubert’in gittiği lisede, Fransızca öğretmeni, ebeveynlerinin mesleklerini tanıtmalarını istiyor ve Hubert annesinin öldüğünü ve halasının mesleğini yazıp yazamayacağını soruyor, annesi bunu öğrendiğinde çok sinirleniyor tabii. Okula gelip herkesin içinde Hubert’e “Ölü gibi mi gözüküyorum?” diye bağırıyor. Hubert buradan yola çıkarak film boyunca annesini neden öldürdüğünü anlatıyor bizlere.
Hubert'in eşcinsel olduğunu ve bir ilişki yaşadığını başkasından öğrenen annesi bu duruma içerliyor ve Hubert'e karşı tavırları iyice dengesiz bir hal alıyor. Annesiyle kavgaları artık dayanılmaz olan Hubert evden ayrılmaya karar veriyor fakat annesi buna izin vermiyor, büyük bir kavga sonrasında evden kaçan Hubert, babasından gelen bir telefon üzerine mutlu oluyor fakat buradan da büyük bir darbe alıyor, zira babası onu yatılı okula göndermeye karar verdiklerini söylüyor.
Yatılı okulda gittiği bir partide hap aldıktan sonra annesinin yanına gelip onu ne kadar sevdiğini ve neden bu hale geldiklerini anlamaya çalıştığını söylüyor, içindekileri annesi müdahale edemeden bir bir anlatıyor.
Fakat filmin kırılma noktası Hubert dayanamayıp yatılıl okuldan kaçınca gerçekleşiyor: Hubert annesine bir mektup bırakıp büyüdüğü eve gidiyor, annesi onu orada, Hubert’in küçüklüğünde beraber oynadıkları yerde buluyor, yan yana oturup manzarayı seyre dalıyorlar ve film burada sona eriyor. Anne-oğul olmak nasıl seçilemeyen bir şeyse, onu sonlandırmak da, düşüncede bile olsa“öldürmek” mümkün olmuyor.
Filmi değerlendirirken Xavier Dolan’un henüz 19 yaşındayken böyle bir iş çıkarmış olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmamak imkansız. Hikayesi son derece yalın ve sıradan olmasına rağmen sinemaya başarılı bir şekilde aktarılmış; konuşulanlar ne kadar olağan olsa da kadraj ve arkada çalan müzik, filmi güzel hatırlamanızı sağlıyor. Ayrıca anneyi oynayan Anne Dorval'in kimi zaman kendinden nefret ettirecek derecede başarılı bir oyunculuk sergilediğini belirteyim.
Yönetmenin bu filmden sonra yine yazdığı, yönettiği bir de oynadığı film Les Amours Imagineries, Türkçe’ye çevrilen ismi ile Hayali Aşklar ise iki arkadaşın aynı kişiye aşık olmasının verdiği sıkıntıları anlatıyor. Bu filmde de Dolan’un yönetmenliği ve oyunculuklar göz dolduruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder