2008 yapımı gerilim filmi “Eden Lake” ile seyirciden ve
eleştirmenlerden olumlu tepkiler alan yazar/yönetmen James Watkins, “Harry
Potter” serisinin başrolü Daniel Radcliffe’i de yanına alıp bu dram/gerilime
imza atmış. İngiliz yazar Susan Hill’in aynı adlı romanından uyarlanan film,
aslında romandan uyarlanan ilk film değil. Kitap 1983 yılında yayınlanmış ve
1989’da da başrolünde Adrian Rawlins’in oynadığı (Kendisi “Harry Potter”
serisinde Harry Potter’ın babası James Potter’a hayat veren aktör) bir uyarlama
vizyona girmişti. Ayrıca roman tiyatroya uyarlandı ve iyi eleştiriler topladı.
“The Woman in Black”, Arthur Kipps adındaki genç bir
avukatın, vefat etmiş bir kadının miras işlerini halletmek için Crythin Gifford
kasabasına doğru yola çıkmasıyla başlıyor. Kasabaya vardığında halkın bir garip
davrandığını ve kendisini istemediğini fark eden Arthur, daha sonra gerçeği
öğreniyor: Kasaba, bir kadının hayaleti tarafından lanetlenmiş ve kadının
hayaleti, kasabada yaşayan çocukların ölümüne sebep oluyor. Kendi oğlu da
birkaç gün içinde o kasabaya geleceği için endişelenen Arthur, bu olayı çözmeye
karar veriyor…
Görüldüğü üzere film aslında gayet bilindik bir konuya sahip. Gerçi herhangi bir filmde konu değil senaryo ve konunun işlenişi, yönetmen tarafından anlatılışı gibi öğeler daha önemlidir, ancak bu filmde ne yazık ki o bakımdan da pek fazla yenilikle karşı karşıya olduğumuzu söyleyemeyiz. Yakınının ölümünün ardından kendini toplamaya çalışan baş karakter, ürkütücü oyuncak sesleri, orada burada beliren çocuk hayaletleri, kıpırdayan ev eşyaları, durduk yere havlayan köpek, kilitli kapılar ve tabii ki siyahlı kadın… Bütün bu klasik korku filmi öğelerine bir de elinde mum ile karanlık bir odaya ağır ağır ilerleyen Daniel Radcliffe faktörü eklenince, film ne yazık ki özgünlük bağlamında bekleneni pek veremiyor. Üstelik bu tür filmlerin olmazsa olmazlarından ‘sürpriz son’dan da mahrum bir yapım izliyoruz; daha ilk yarıdan filmin sonunda neler olabileceğini tahmin etmek ve tutturmak mümkün.
Filmin alametifarikası ise işçiliği. Yirminci yüzyılın
başlarında geçen bir öyküyü anlatan yapım teknik anlamda göz dolduruyor
gerçekten. Sanat yönetimi, kostüm tasarımı, kullanılan renk paletleri ve görüntü yönetimi, yerinde kullanılan görsel efektler
takdire şayan. Oyunculuk da pek sırıtmıyor: Gözümüzde uzunca bir süre Harry
Potter olarak canlanmaya devam edecek olsa da Daniel Radcliffe elinden geleni
yapıyor. Kendisi nazarımızda çok da iyi bir oyuncu olmamasına karşın kötü bir performans
sergilemiyor (Böyle bir rol için biraz fazla genç olduğu da fark edilebilir, tabii). Onunla başrolü paylaşan Ciaran Hinds ise kasabanın sakinlerinden
Sam Daily rolünde Radcliffe’den daha iyi.
“The Woman in Black”, nihayetinde teknik anlamda etkileyici, yer yer korkutucu
ancak bir bütün olarak değerlendirildiğinde ‘sıradan’ yaftasını yiyecek, vasat
üstü bir yapım. Yine de, Daniel Radcliffe’i Harry Potter serisinden başka
filmlerde izlemek isteyenler, hayaletlerin cirit attığı korku/gerilimleri
sevenler veya İngiliz yapımı bir gerilimi tercih edenler, kendisine bir şans
verebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder