Başarılı yönetmen Bryan Singer’ın hayranlardan pek yüz bulmayan filmi “Superman Returns”den altı yıl sonra gösterime girecek “Man of Steel” 2013’ün merakla beklenen filmleri
listelerinde hep üst sıralarda yer aladursun, biz de – her ne kadar bazı
insanlar filmi şimdiden yönetmenin kendisinden çok yapımcı Christopher Nolan’a
mal etmiş olsalar da – Zack Snyder’ın filmografisine kısaca bir değinelim
dedik.
“Dawn of the Dead”: Snyder’ın ilk uzun metrajlı
filmi, George A. Romero’nun kült olmuş “Ölüler” üçlemesinin ikinci (ve çoğunluk
tarafından en çok sevilen) filmi “Dawn of the Dead”in yeniden çevrimiydi.
Yeniden çevrimlerin artmaya başladığı zamanda, 2004’te gösterime giren film, kapitalizm
ve tüketim toplumu eleştirilerine karşın Romero’nun filmlerindeki kadar sosyal
mesaj iletme kaygısı gütmüyor, aksiyon ve gerilimi ön plana taşıyordu. Sonraki
yıllarda oyunculuğundan ziyade yazarlık ve yönetmenliğiyle ön plana çıkan Sarah
Polley ve Ving Rhames’in başrolde olduğu “Dawn of the Dead”te, zombiler
Romero’nun filmindeki gibi yavaş hareket etmiyordu. Bu da, bazılarınca hoş
karşılanmasa da, filmin heyecan dozunu artırmaya yönelikti. Gerçekten gayet iyi
aksiyon sahnelerine yer veren film, özellikle doğum sahnesinde yarattığı
gerilim ve bitiş jeneriğiyle şaşırtmayı başarıyordu. Yönetmen Zack Snyder da bazı
plan ve sekanslarda ileriki yıllarda yapacaklarının sinyallerini veriyordu
sanki.
“300”: Yönetmenin ikinci uzun metrajlı filmi,
gösterime girdiği vakitlerde doğu-batı ayrımcılığı ve ırkçılık gibi konulara
değindiği düşünüldüğü için (Filmde Persler kadınsı ve/veya ucube, Spartalılar
düzgün görünümlü, onurlu savaşçılar olarak resmediliyordu) bayağı eleştiri
konusu olmuştu. “Sin City”den tanıdığımız Frank Miller ve Lynn Varley‘nin aynı
adlı çizgi romanından uyarlanan “300”, bilhassa çizgi romanın estetiğinin
perdeye taşınması konusunda çok başarılı olması sebebiyle iyi eleştiriler de
aldı. Gerçekten de, filmin görsellik konusunda çok başarılı olduğu su
götürmezdi. Öyle ki, stili sonraki yıllarda çekilen “Spartacus” gibi dizileri
de etkiledi. Filmin başrol oyuncusu Gerard Butler’ın da yıldızı bu filmle daha
bir parladı. Yapımcılar ise Snyder’a daha çok güvenecek ve uyarlanması pek zor
olan bir çizgi romanı, “Watchmen”i ona teslim edeceklerdi.
“Watchmen”: Ünlü yönetmen Terry Gilliam’ın yönetmek
için epey çabaladığı “Watchmen”, imza attığı “300”ın başarısı üzerine Zack
Snyder’a teslim edildi. Alan Moore’un aynı adlı çok sevilen çizgi romanından
uyarlanan “Watchmen”, bazılarınca fazla ağır aksak bulunup beğenilmedi, ancak genel olarak “300”tan daha iyi eleştiriler aldı. Alan Moore filmin
uyarlanmasına (her zaman olduğu gibi) karşı çıkmış hatta filmi kesinlikle
izlemeyeceğini belirtmiş olsa da, “Watchmen” insan doğası, kahramanların diğer
yüzleri gibi alışılmadık konulara değinmesi ve politik göndermeleriyle yine de
eleştirmenlerin ve çizgi romanın hayranlarının bir kısmının gönlüne girmeyi
başardı.
“Legend of the Guardians: The Owls of Ga’Hoole”:
Kathryn Lasky’nin “Guardians of Ga’Hoole” adlı kitap serisinden uyarlanan film,
yönetmenin ilk (ve şimdilik tek) animasyon filmi. Gösterime üç boyutlu giren
“Legend of the Guardians: The Owls of Ga’Hoole”da, yönetmenin sıklıkla
kullandığı etkileyici ağır çekimler ve görsellik muazzamdı. Hak ettiği ilgiyi
nedense göremeyen ve pek de iyi eleştiriler almayan “Legend of the Guardians:
The Owls of Ga’Hoole”un seslendirme kadrosunda, yönetmenle “300”ta da çalışan
David Wenham, Sam Neill, Abbie Cornish, Geoffrey Rush, Helen Mirren ve Hugo
Weaving gibi isimler vardı.
“Sucker Punch”: “Legend of the Guardians: The Owls
of Ga’Hoole”dan bir yıl sonra, 2011’de gösterime giren “Sucker Punch”, nedense
yerden yere vurulan ve çok çok az kişi tarafından takdir gören bir “geek
flick”ti. Harikulade bir görselliğe ve (belki sonlarında izlediğimiz, trende
geçen sekans hariç) son derece etkin aksiyon sahnelerine sahip filmin
alametifarikası ise müzikleriydi. Snyder’ın şarkı seçimi konusunda neredeyse
Quentin Tarantino kadar başarılı olduğunu bu filmle anlamış olduk; zira “Dawn
of the Dead” ve “Legend of the Guardians: The Owls of Ga’Hoole”un ardından bu
film de şarkılarıyla aklımızı çelmeyi başarıyordu. Babydoll (Emily Browning)
isimli genç bir kızın zorba üvey babası tarafından bir akıl hastanesine
kapatılmasını ve yanına aldığı birkaç genç kız ile bu hastaneden kaçma çabasını
anlatan film, “Legend of the Guardians: The Owls of Ga’Hoole”dan bile kötü
eleştiler aldı. Bizse, sonunda biraz tökezlese de “Sucker Punch”ın “steampunk”
estetiğinin başarıyla kullanıldığı etkileyici bir b filmi olduğunu düşünüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder