Frances
Ha Hakkında Hiç de Teknik Olmayan Bir Eleştiri
Noam
Baumbach’ın !f 2013 ve sonrasında ülkemizdeki güzel oluşumlardan Başka Sinema
çerçevesinde vizyona girmiş 2012 yapımı siyah-beyaz filmi. Film gayet sıradan birinin, hatta beceriksiz, sakar ve dünyada en çok konuşulan dilde "freak" diye anılan birinin naif hikayesini anlatıyor.
Sophie
ve Francis şimdiye kadar çok az film veya
kitabın değindiği
türde -en azından
Francis açısından öyle- bir ikililiğe (ilişki fonetiği kötü bir sözcük bence)
sahipler. Bunun benzerlerini Seyfi Teoman tarafından başarıyla beyaz
perdeye uyarlanan Barış Bıçakçı’nın pek
sevdiğim
kitabı Bizim
Büyük Çaresizliğimiz’de Ender ile
Çetin arasında ve Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra adlı ünlü romanında görmek
mümkündür.
“...ikimizin
de baş tacı ettiği filmi, ‘Eşcinselliğin sınırında dolaşan bir dostluk hikâyesi’ biçiminde
yorumlayan sinema eleştirmeni beyefendi ikimizin sonunda, en sonunda, haritada bir
nokta olduğumuzu
görse ne derdi acaba? Bizim bu âşık hallerimize, on yedi yıl boyunca
hayatımızı birbirimizi daha fazla görmek biçiminde düzenleyişimize ne derdi? Eşcinselliğin kordon boyunda dolaştığımızı mı söylerdi? O güzel filme ilişkin berbat tanımlamanın canımı sıkan
tarafı şu: Sınır var mı? İlişkiler için gerçekten sınır var mı?
Varsa da ikinci sınıf sinema eleştirmenlerinin göremeyeceği bir sınır bu. İnsan severken basit sınıflandırmaların
sınırlarını değil
kendi sınırlarını görür, kendi sınırlarında dolaşır, kendi sınırlarını dener. Benim
bildiğim tek sınır bu.” (Bizim Büyük
Çaresizliğimiz,
Barış Bıçakçı, İletişim Yay., İst, 2010, s.83-84)
Filmin başlangıç sekansında ikilinin arasındaki bağ ve
günlük yaşayışları güzel bir biçimde özetleniyor. Aynı evde yaşayan, iş
dışındaki vakitlerinin çoğunu birlikte geçiren, birbirlerine hikayeler anlatan,
okuduklarını-izlediklerini-yediklerini-içtiklerini paylaşan iki kişi. Böyle
fazla paylaşımın olduğu ikililiklere bu ikililik içerisinde yer alan kimse
tereddüt etmeden arkadaşlık ya da aşk diyemez. İki hikayede de cinsiyetler aynı
olduğu için çevredeki insanlar tarafından arkadaş olarak adlandırılan bu
ikilillik cinsiyetler zıt olsaydı muhtemelen aşk olarak adlandırılacaktı.
Toplumun adlandırmakla güzel bir şeyi kelimelerle giydirmek ve kalıba sokmak,
sınırlar çizmek, sıradanlaştırmak gibi alışkanlıkları var. Toplumun psikoloğa
görünmesi gerek bence de evet.
Filmin arka planında işlenen meselelerden bir diğeri ise
“yirmili yaşların ortasında gelen bunalım” (mid-twenties breakdown). Üniversite
biter, beraberinde öğrenci hayatı ve kafası da biter. Kısa süreli hafızaya
sahip bir balık olarak yüzdüğünüz sular birden buz tutar ve etrafınızdaki
neredeyse herkesin sizinle alakalı beklentileri okyanusun derinliklerinde
yaşayan canavarlar gibi sizi kovalamaya başlar, siz de az biraz yaşama savaşı verdikten sonra bir parça evrim geçirip
doğal seçilimden geçebilirseniz kaygan bir zeminde yürümeye hatta koşmaya
başlarsınız, tabii düşersiniz de birkaç, sonra? Ben daha o safhaya geçemedim.
Geçenlere sorun onlar anlatsın sonra da bana e-posta atın.
İnsanlar, nacizane gözlemlerime göre, yaşamlarını üç şekilde yaşamayı
seçiyorlar: 1-İçgüdülerine göre 2-Toplumsal algıya göre (Topluluğa uymak da bir
içgüdüdür fakat özellikle bizim güzel toplumumuz içgüdüsel olan ne varsa
yasaklamıştır, o yüzden bu tamamen ayrı bir kategori olarak yer almıştır.)
3-Mantıklarına göre
İşbu seçim kendini yirmili yaşların ortasından itibaren
gösteriyor artık. Kimsenin içgüdüsel olarak mezun olur olmaz evlenip çocuk
yapacağını sanmıyorum, bu davranış 2.kategoriye alınılabilecek bir davranış
olur mesela. Her neyse, Francis’in film boyunca bir kabullenmeyiş yaşadığını
görüyoruz, bir ara ailesinin yanında yaşamayı bile deniyor fakat uzun süre
onlardan uzak kalıp yabancılaştığı için her ne pahasına olursa olsun geri
dönmeyi seçiyor, yurtta kalıp öğrenci işleri yaparak geçiniyor. Sophie ise bu
sırada nişanlısı ile uzak bir ülkede yaşamaya başlıyor, yaptıklarını da bir
internet bloğunda yayınlamaya başlıyor. Aynı iki insanın yollarının ayrılması.
Bu filmi –ne yazık ki- “tek kötü yanı sonu olan filmler”
listeme alıyorum, sonunda Francis’in bir şekilde uyum sağladığını görüyoruz,
oysaki bu tip insanların yani önceki yazımda da bahsettiğim “tutunamayanlar”ın
hayatları öyle kolay kolay normal olamaz.
Velhasıl, karakterimiz ofis işini kabul eder ve kendine bir
daire kiralar, posta kutusuna ismini yazar, sığmayınca soyadının ilk iki
harfini yazıp bırakır. Yetişkin hayatına adapte olunca muhtemelen soyadı adının
ve birçok şeyin önüne geçecektir. Francis’in önemsediği hala isimlerdir, basit
şeylerdir. Biz Francis’i, Francis Ha olarak, hala bir parça büyümemiş olarak
bırakıyoruz. Zaten bakıyorum da nasıl bu kadar kolay oluyor bazıları için
anlamıyorum, evlenmek için gün almış, çocuğu da şu sene yaparız artık diye
konuşan arkadaşlarım var ve ben annemin çeyiz gözüyle bakmadığı ışın kılıcımın
taksidini ödüyorum. O yüzden bu filmin eleştirisini normal yollardan yapamadım.
Sağlıcakla kalın ve öyle hemen kocamayın.
merhaba,
YanıtlaSil"Efsane Replikler" bloglarinizi bir timeline olarak referans vererek line.do adresinde yayinlayabilir miyiz?
Merhaba, bloğa yazmayı bıraktığımız için geç gördüm kusura bakmayın, "efsane replikler"in çoğu Çağakan'a ait, e-posta adresini gönderebilirim ona sormak isterseniz, iyi günler.
SilTesekkurler, cok memnun olurum.
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
Sil%0 Satış komisyonu, ücretsiz sanal dükkân fırsatı ile Nike marka ürünler Buypasa’da. Detaylı bilgi için https://ucretsizdukkan.com adresine uğrayabilirsiniz.
YanıtlaSil