5 Mayıs 2014 Pazartesi

Frances Ha Hakkında Hiç de Teknik Olmayan Bir Eleştiri


Noam Baumbach’ın !f 2013 ve sonrasında ülkemizdeki güzel oluşumlardan Başka Sinema çerçevesinde vizyona girmiş 2012 yapımı siyah-beyaz filmi. Film gayet sıradan birinin, hatta beceriksiz, sakar ve dünyada en çok konuşulan dilde "freak" diye anılan birinin naif hikayesini anlatıyor. 
Sophie ve Francis şimdiye kadar çok az film veya kitabın değindiği türde -en azından Francis açısından öyle- bir ikililiğe (ilişki fonetiği kötü bir sözcük bence) sahipler. Bunun benzerlerini Seyfi Teoman tarafından başarıyla beyaz perdeye uyarlanan Barış Bıçakçı’nın pek sevdiğim kitabı Bizim Büyük Çaresizliğimiz’de Ender ile Çetin arasında ve Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra adlı ünlü romanında görmek mümkündür.
 “...ikimizin de baş tacı ettiği filmi, ‘Eşcinselliğin sınırında dolaşan bir dostluk hikâyesi’ biçiminde yorumlayan sinema eleştirmeni beyefendi ikimizin sonunda, en sonunda, haritada bir nokta olduğumuzu görse ne derdi acaba? Bizim bu âşık hallerimize, on yedi yıl boyunca hayatımızı birbirimizi daha fazla görmek biçiminde düzenleyişimize ne derdi? Eşcinselliğin kordon boyunda dolaşğımızı mı söylerdi? O güzel filme ilişkin berbat tanımlamanın canımı sıkan tarafı şu: Sınır var mı? İlişkiler için gerçekten sınır var mı? Varsa da ikinci sınıf sinema eleştirmenlerinin göremeyeceği bir sınır bu. İnsan severken basit sınıflandırmaların sınırlarını değil kendi sınırlarını görür, kendi sınırlarında dolaşır, kendi sınırlarını dener. Benim bildiğim tek sınır bu.” (Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Barış Bıçakçı, İletişim Yay., İst, 2010, s.83-84)


Filmin başlangıç sekansında ikilinin arasındaki bağ ve günlük yaşayışları güzel bir biçimde özetleniyor. Aynı evde yaşayan, iş dışındaki vakitlerinin çoğunu birlikte geçiren, birbirlerine hikayeler anlatan, okuduklarını-izlediklerini-yediklerini-içtiklerini paylaşan iki kişi. Böyle fazla paylaşımın olduğu ikililiklere bu ikililik içerisinde yer alan kimse tereddüt etmeden arkadaşlık ya da aşk diyemez. İki hikayede de cinsiyetler aynı olduğu için çevredeki insanlar tarafından arkadaş olarak adlandırılan bu ikilillik cinsiyetler zıt olsaydı muhtemelen aşk olarak adlandırılacaktı. Toplumun adlandırmakla güzel bir şeyi kelimelerle giydirmek ve kalıba sokmak, sınırlar çizmek, sıradanlaştırmak gibi alışkanlıkları var. Toplumun psikoloğa görünmesi gerek bence de evet.

Filmin arka planında işlenen meselelerden bir diğeri ise “yirmili yaşların ortasında gelen bunalım” (mid-twenties breakdown). Üniversite biter, beraberinde öğrenci hayatı ve kafası da biter. Kısa süreli hafızaya sahip bir balık olarak yüzdüğünüz sular birden buz tutar ve etrafınızdaki neredeyse herkesin sizinle alakalı beklentileri okyanusun derinliklerinde yaşayan canavarlar gibi sizi kovalamaya başlar, siz de az biraz yaşama savaşı verdikten sonra bir parça evrim geçirip doğal seçilimden geçebilirseniz kaygan bir zeminde yürümeye hatta koşmaya başlarsınız, tabii düşersiniz de birkaç, sonra? Ben daha o safhaya geçemedim. Geçenlere sorun onlar anlatsın sonra da bana e-posta atın.

İnsanlar, nacizane gözlemlerime göre, yaşamlarını üç şekilde yaşamayı seçiyorlar: 1-İçgüdülerine göre 2-Toplumsal algıya göre (Topluluğa uymak da bir içgüdüdür fakat özellikle bizim güzel toplumumuz içgüdüsel olan ne varsa yasaklamıştır, o yüzden bu tamamen ayrı bir kategori olarak yer almıştır.) 3-Mantıklarına göre
İşbu seçim kendini yirmili yaşların ortasından itibaren gösteriyor artık. Kimsenin içgüdüsel olarak mezun olur olmaz evlenip çocuk yapacağını sanmıyorum, bu davranış 2.kategoriye alınılabilecek bir davranış olur mesela. Her neyse, Francis’in film boyunca bir kabullenmeyiş yaşadığını görüyoruz, bir ara ailesinin yanında yaşamayı bile deniyor fakat uzun süre onlardan uzak kalıp yabancılaştığı için her ne pahasına olursa olsun geri dönmeyi seçiyor, yurtta kalıp öğrenci işleri yaparak geçiniyor. Sophie ise bu sırada nişanlısı ile uzak bir ülkede yaşamaya başlıyor, yaptıklarını da bir internet bloğunda yayınlamaya başlıyor. Aynı iki insanın yollarının ayrılması.

Bu filmi –ne yazık ki- “tek kötü yanı sonu olan filmler” listeme alıyorum, sonunda Francis’in bir şekilde uyum sağladığını görüyoruz, oysaki bu tip insanların yani önceki yazımda da bahsettiğim “tutunamayanlar”ın hayatları öyle kolay kolay normal olamaz.
Velhasıl, karakterimiz ofis işini kabul eder ve kendine bir daire kiralar, posta kutusuna ismini yazar, sığmayınca soyadının ilk iki harfini yazıp bırakır. Yetişkin hayatına adapte olunca muhtemelen soyadı adının ve birçok şeyin önüne geçecektir. Francis’in önemsediği hala isimlerdir, basit şeylerdir. Biz Francis’i, Francis Ha olarak, hala bir parça büyümemiş olarak bırakıyoruz. Zaten bakıyorum da nasıl bu kadar kolay oluyor bazıları için anlamıyorum, evlenmek için gün almış, çocuğu da şu sene yaparız artık diye konuşan arkadaşlarım var ve ben annemin çeyiz gözüyle bakmadığı ışın kılıcımın taksidini ödüyorum. O yüzden bu filmin eleştirisini normal yollardan yapamadım. Sağlıcakla kalın ve öyle hemen kocamayın.

5 yorum:

  1. merhaba,
    "Efsane Replikler" bloglarinizi bir timeline olarak referans vererek line.do adresinde yayinlayabilir miyiz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, bloğa yazmayı bıraktığımız için geç gördüm kusura bakmayın, "efsane replikler"in çoğu Çağakan'a ait, e-posta adresini gönderebilirim ona sormak isterseniz, iyi günler.

      Sil
    2. Tesekkurler, cok memnun olurum.

      Sil
    3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

      Sil
  2. %0 Satış komisyonu, ücretsiz sanal dükkân fırsatı ile Nike marka ürünler Buypasa’da. Detaylı bilgi için https://ucretsizdukkan.com adresine uğrayabilirsiniz.

    YanıtlaSil