12 Kasım 2013 Salı

“Gravity”



Yılın son çeyreğinde art arda iyi filmler gelmeye başladı. Henüz izleyemesek de Paul Greengrass’ın yönettiği Tom Hanksli “Captain Phillips”, Ron Howard’ın son filmi “Rush” ve Steve McQueen’in “12 Years A Slave”i gibi yapımlar çok iyi eleştiriler alarak beklentilerimizi daha da yukarılara çekti. Hal böyle olunca, ilk yarısında arka arkaya hayal kırıklığına uğradıktan sonra, ikinci yarısında 2013’e daha bir hevesle bakan sinemaseverler olduk.

Son on yıla (yaptığı ufak tefek işleri saymazsak) yalnızca üç film sığdırarak az ama öz film çeken Meksikalı sinemacı Alfonso Cuaron’un yönettiği “Gravity” de yukarıda saydığımız filmlerden biri. IMDB’de 10 üzerinden 8.5 alarak şimdilik “En İyi 250 Film” listesinde 50. sırada bulunan yapımın Metaskor’u 96/100; Rottentomatoes eleştirmenlerinin yüzde 97’si ise film hakkında olumlu şeyler söylemiş. 


“Gravity”, gerçekten de yılın en iyi işlerinden biri. 2006’nın en iyi filmlerinden biri olan ve En İyi Senaryo dahil 3 dalda Akademi Ödülü’ne de aday gösterilen “Children of Men”den yaklaşık yedi yıl sonra, yine beklentilerin üzerinde bir filme imza atan Cuaron, filmin senaryosunu oğlu Jonas Cuaron ile birlikte yazmış. 

“Gravity”, dünyanın hemen üzerinde, atmosfer dışındaki yörüngede yapılan bir keşif yürüyüşü sırasında iki ana karakterin başlarına gelen olayın öyküsünü anlatıyor: Hubble’ı tamir ederken geçirilen bir kaza sonucu önce emekliliğinden önce son görevine çıkan astronot Matt Kowalsky (George Clooney) ile, sonrasında ise ne yazık ki tek başına kalan tıp mühendisi Dr. Ryan Stone’un (Sandra Bullock) hayatta kalma mücadelesini, Cuaron’un yer yer son derece hareketli, yer yer durgun kamerasının merceğinden izliyoruz. 4 yıl önce James Cameron’ın “Avatar” ile ileri boyuta taşıdığı teknolojinin nimetlerini kullanan ve serpiştirdiği ayrıntılarla hayran bırakan Cuaron, “Y Tu Mama Tambien” ve “Children of Men”de de beraber çalıştığı, “Sleepy Hollow”un görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki ile harikulade bir iş çıkarmış. 


Ryan Stone ve Matt Kowalsky ise, yin-yang gibi birbirini tamamlayan iki karakter. Son derece deneyimli astronot Matt, eğlenceli, komik ve rahat tavırlarıyla son derece olumlu bir intiba bırakırken; onun aksine deneyimi olmayan ve aşağıda bıraktığı bazı ailevi sorunların da etkisiyle gergin, huysuz ve ‘negatif’ bir karakter olan Ryan, olaylara hep kötü yönünden bakmayı tercih ediyor. Ancak az önce yaptığımız benzetmedeki gibi, Ryan’ın da içinde küçük de olsa bir umut ışığı var ve bu umut ışığının artmasına vesile olan etmen, onu tamamlayan Matt oluyor. Böylece kendi çabasıyla ‘yeniden doğan’ Ryan Stone karakteri, çabalayarak, didinerek hayatta kalma mücadelesini kazanmaya çalışıp doğaya dönmeye uğraşıyor.

Evet, filmimiz bir hayatta kalma ve yeniden doğma öyküsü. Kendini Hubble’ın içine attıktan sonra cenin pozisyonunu alan, ardından yaşadığı ‘ateş’li bir sekansın akabinde yaşam savaşı veren ve en sonunda suda yeniden doğarak toprağı kucaklayan Ryan, sonrasında emeklemeye, en sonunda ise yürümeye başlıyor. Özellikle uzaydaki sahnelerde tutunma, kavrama, sarılma gibi eylemleri sıklıkla kullanan Cuaron, baş karakterinin yaşama tutunmasını son derece başarılı bir biçimde seyircisine aktarıyor. 


Büyük bir hayranı olmasam da, filmi sırtlayan Sandra Bullock besbelli rolüne çok iyi hazırlanmış ve iyi bir iş çıkarmış. Film öncesi yönetmenle nefes çalışmaları yapmış olan Bullock (Ki karakterin nefes alıp verişleri tıpkı sesler gibi çok iyi kullanılmış), karakterine bir kahraman havası vermekten ziyade, Ryan Stone’un geçmişindeki havadislere, onun güçlü ve zayıf yönlerinin ortaya çıkmasına neden olan olaylara yoğunlaşarak karakterini etkin hale getirmiş. Çok fazla rolü yok ama, karizmatik oyuncu George Clooney de görüldüğü her sahnede kendisinden bekleneni veriyor. 

İnanılmaz derecede başarılı bir görüntü yönetimine, harika müzik kullanımına ve ses kurgusuna (Boşluktaki sessizlik, kapılar ve kapakları açıp/kapatınca değişen ortam gibi detaylar) sahip “Gravity”, sonu biraz aceleye gelmiş gibi dursa da, bu yıl izlenebilecek en iyi işlerden biri, belki de en iyisi. Ve kesinlikle sinemada, üç boyutlu izlenmesi gerekiyor. Tavsiyemiz hala gösterimdeyken kendisini kaçırmamanız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder