2005 yılında, daha önce içki ve uyuşturucu gibi sorunlarla boğuşmuş, 1980’li yılların pek sevilen senaristi Shane Black, hem yazıp hem yönettiği ilk film olan “Kiss Kiss, Bang Bang”e başrol olarak “Chaplin” ile kendine hayran bırakan ve fakat bir zamanlar yazar-yönetmenle aynı dertten muzdarip olan Robert Downey Jr.’ı seçmişti. O sıralar “Ally McBeal” ile dikkatleri üzerine çeken ve “Gothika”, “A Scanner Darkly” gibi filmlerde boy gösteren Robert Downey Jr., büyük oranda sırtladığı kara komedi “Kiss Kiss, Bang Bang” ile yeteneğini ortaya sunmuş, “Iron Man” için başrol arayan yapımcıların da ilgisini çekmişti. 2008 tarihli “Iron Man” de Robert Downey Jr.’ın küllerinden doğduğu film oldu. Öyle ki, Downey Jr. aynı yıl “Tropic Thunder” ile Altın Küre ve Oscar’a aday gösterildi, bir sonraki yıl Guy Ritchie’nin izlerken pek eğlendiğimiz “Sherlock Holmes”unda başrolde oynayarak hayran kitlesini iyice genişletti ve hem “Iron Man”in devam filmleri, hem de geçen senenin en büyük hiti “The Avengers”ın başrolüne de oturarak iyiden iyiye dünya yıldızı oldu.
Shane Black ise beklediği popülariteyi en azından
“Kiss Kiss, Bang Bang”in gösterimde olduğu zaman sağlayamadı. Film iyi
eleştiriler aldı almasına, ancak seyirciden DVD’si piyasaya sürülene dek pek
yüz bulmadı. Ev sinemasında kültleşen filminin ardından yine sessizliğe bürünen
Black’in kapısını, Jon Favreau “Iron Man 3”yi yönetmeyeceğini açıkladığı vakit
bu kez Robert Downey Jr. çaldı. Bu, Black’e, kendisine bir şans daha verip
önünde birçok kapının açılmasını sağladıktan sonra bir nevi saygılarını sunmak
ve borcunu ödemek demekti belki de.
“Iron Man” üçlemesinin filmlerini kısa kısa anacak
olursak;
1-) “Iron Man”: 2008 tarihli ilk film,
aktör-yönetmen Jon Favreau’nun imza attığı bir değişim ve kendini bulma
hikayesiydi. Kendi imalatı olan bir silahla vurulup gafil avlanan çapkın
milyoner Tony Stark’ın zekasını kullanarak “Iron Man”e dönüşme aşamalarını
anlatan filmde, Downey Jr.’a Gwyneth Paltrow, Terrence Howard ve Jeff Bridges
eşlik ediyordu. Uğraşıp didinen, her seferinde başarısız olan ama yitmeyip hep
daha iyisini imal eden işadamı Stark, filmin sonunda tekrar kendi silahıyla
karşı karşıya geliyor, bu kez onu yenmeyi başarıyor ve sonra yeni kimliğini
kabul ediyordu. “Iron Man”i çekici kılan farklılıklardan biri de buydu aslında:
Peter Parker, Clark Kent, Bruce Banner gibi kahramanlar kendi kimliklerini
maskelerinin ardında gizlerken, Tony Stark çıkıp basın mensuplarının önünde
tırnaklarıyla kazıyarak oluşturduğu yeni kimliğini ifşa etmekte beis
görmüyordu: “I am Iron Man”. Film de, aynı yıl gösterime giren ve birçok hayran
tarafından tüm zamanların en iyi çizgi-roman uyarlaması olarak anılan “The Dark
Knight”ın gölgesinde kalmasına karşın, ana karakterinin dönüşüm hikayesini “The
Dark Knight”takinden daha iyi anlatabiliyordu bize göre.
2-) “Iron Man 2”: İlk filmin başarısı sonrası
kaçınılmaz olan devam filmi “Iron Man 2”, 2010 yılında gösterime girdi.
Yönetmenliğini yine Jon Favreau’nun yaptığı filmin senaryosunda bu kez Justin
Theroux’nun da katkısı vardı. Robert Downey Jr. ve Gwyneth Paltrow’a bu kez
maddi konuda kendisiyle anlaşılamadığı için Terrence Howard değil Don Cheadle
eşlik ediyordu. Ayrıca S.H.I.E.L.D. üyesi ajan Natasha Romanoff rolünde
Scarlett Johansson, Nick Fury rolünde Samuel L. Jackson ve Justin Hammer rolünde
kötü adam rollerine pek yakışan Sam Rockwell de kadroya katılan isimler
arasındaydı. Filmin esas kötüsü ise, tıpkı Shane Black ve Robert Downey Jr.
gibi geçmiş yıllarda bağımlılık sorunlarıyla boğuşan ve “Sin City”deki Marv
karakteriyle dikkatleri üzerine çektikten sonra, “The Wrestler” ile tıpkı Downey
Jr. gibi küllerinden doğan Mickey Rourke’un canlandırdığı Ivan Vanko, namı
diğer Whiplash idi. Film de, ilk film kadar iyi eleştiriler almasa da, seyirci
ve eleştirmenler tarafından kayda değer bir devam filmi olarak nitelendirildi.
Bizse, War Machine ve The Black Widow’un bulunduğu aksiyon sahnelerine ve “The
Avengers” öncesi bizi heyecanlandıran bazı karakter ve ipuçlarına rağmen,
yeterince etkin olmayan kötü adamları (Büyük umutlar beslediğimiz Ivan
Vanko’nun son derece klişe ve ‘karikatür’ bir kötü adam olduğu bir gerçekti
örneğin) ve tatmin etmeyen sonu nedeniyle “Iron Man 2”nun üçlemenin en zayıf
halkası olduğunu düşünüyoruz.
3-) “Iron Man 3”: Serinin üçüncü filmi, 200
milyonluk dolarlık bütçesine karşın şu ana kadar tüm dünyada çoktan 1 milyar dolar
hasılat yapmış durumda. “The Avengers”ın rekorunu aşabilecek mi,
bilemiyoruz, ancak tanıtımlar internet ve ekranlarda dönmeye başlayınca “The
Avengers” sonrası ayyuka çıkan beklentinin körüklendiği kesindi. Ama şimdiden tüm
zamanların en çok hasılat yapan 10 filminden biri olmasına rağmen, “Iron Man 3” “The
Avengers” kadar iyi eleştiriler almadı, hatta bazı hayranlar filmden resmen nefret
etti. Bunun yapımın uyarlandığı “Extremis” adlı çizgi romanın karakterleri ve
konusu kadar, tanıtımların beklentileri çektiği yönle de ilgisi vardı. Zira fragmanlara,
fotoğraflara ve afişlere bakıldığı vakit “Iron Man 3” ilk iki filme ve “The
Avengers”a göre çok daha karanlık ve ciddi bir uyarlama olacağı izlenimi yaratıyordu.
Üstüne üstlük Tony Stark’ın baş düşmanı The Mandarin gibi bir karakterin
varlığı çizgi romanın ve ilk iki filmin sevenlerinin daha da bir meraklanması
için yeterli bir sebepti. Ama filmi izleyenler görmüş olacaklar ki, “Iron Man 3”
klasik bir Shane Black filmi. Tony Stark bu filmimizde yeniliyor, kendisini
Demir Adam yapan zırhı dahil her şeyini kaybediyor ve dibe vurarak yeniden
yükselmeye, kendisinin de filmde bahsettiği içindeki iblislerle savaşını
kazanmaya çalışıyor. Bu kez düşmanı, az evvel bahsettiğimiz The Mandarin (Ben
Kingsley) ve çizgi romanda aslında bu kadar ön planda olmayan Aldrich Killian (Guy
Pearce). Maya Hansen rolünde Rebecca Hall’un da kadroya katıldığı ve Gwyneth
Paltrow’un biraz daha ön plana çıktığı filmde ayrıca, “Insidious” , “Little
Children” gibi filmlerde izlediğimiz ve yaşına rağmen Downey Jr.’ın karşısında
çok iyi bir performans sergileyen Ty Simpkins de rol alıyor. Ama tabii ki filmi
asıl sırtlayan Robert Downey Jr. oluyor, o ayrı. Filmin müziklerinin de, özellikle
aksiyon sahnelerinde gayet etkin olduğunu belirtebiliriz, ancak 3 boyutlu
izlemek özellikle bazı efekti bol aksiyon sahnelerinde ciddi anlamda yorucu
olduğu için filmi zedeliyor. Drew Pearce ile birlikte yazdığı senaryo ile ilk
filmin dinamik moduna dönen Black’in “Iron Man 3”si, “Iron Man 2”dan çok daha iyi bir
aksiyon ve devam filmi olmuş. Ama film hakkında beklentiye girenler için en
önemli kriter, “Iron Man 3”nin aslında bir Black yapımı olduğunu idrak edip son
derece karanlık tanıtımlara rağmen (Hatta Sör Ben Kingsley’nin resmen
döktürdüğü The Mandarin karakterinin birçok kişiyi memnun etmeyen sürprizine
rağmen) ilk iki filmin ve “The Avengers”ın çizgisinde ilerleyen bir uyarlama
olduğunu bilmek.